Gözümü açtığımda babam kaybolmuştu. Rüya olduğunu anladığımda Rüzgar'ın beni sürüklediğini fark ettim. Beni bir ara sokağa sürüklemişti. Rüzgar denen şey aslında bir canlı gibi. Yani bana benzer. Ama aynı değiliz. Dediğim gibi adı Rüzgar. Aslında arkadaş sayılırız. Arada bana uğrar. İnsanlar onu göremez. Sadece deliler, şizofrenler ve biz görebiliriz. Biz ne miyiz? Biz piecelarız. Yani parça. Ruh parçası gibi. Bölünmüş gibiyiz. Hepimizin kayıp ruh parçaları var. Hepimiz biriz. Birbirimizi tamamlıyoruz. Bunun sayısı ya da nasıl bir yaratık olduğu belli değildir. Güçlü bir bağ vardır. Ama korunduğu sürece iyi ama diğer türlü kaos çıkabiliyor. Bunları da buradaki bazı kişilerden duymuştum. Beni pek umursamazlar, fark etmezler. Benim adım Mehtap. Annem koymuş ismimi. Babam da onu yaşatmak için o sözü bana verdirmiş. Burada isimle anılmıyoruz aslında. Ama benim hoşuma gidiyor. Herkesin kendine özel numaraları var. Benimki 304. Bana yakın olan kişiler Mehtap der. Biriyle tanıştığımda da bunu kullanırım. Ama genellikle engellerler beni. İsmimizi kullanmak bizi ele verebilirmiş. Dünya'daki düşmanlarımıza... Bizi her ayın 26'sında kontrolden geçirirler. Yaralıysak tedavi de olabiliriz. Ama başka günlerde tedavi hizmeti vermezler. Bu sebeple gerçek toprağın altında boğulan çok kişi oldu. Öldüler.
Burada hiç arkadaşım yoktu. Yani... Rüzgar vardı ama pek de konuştuğumuz söylenemez. O da ölmüş, yarı ölü desek daha doğru, ve burada hayat bulmuş. Hayat ne kadar doğruysa artık... Sinan'a da ne kadar guvenebilirdim ki..? Ayrıca kayıp parçam olduğunu nasıl anlayabilirdim..? Kayıp parçalar birleşince her biri bir dilekte bulunabiliyorlar. Tekrardan Dünya'ya gelmeyi ya da katilimin tamamıyla ölü haline gelmesini dilerdim. Ölü olmadıysa... Ama bu bir intikam olur ve böyle kötü davranışlar parçalar arasındaki bağı zayıflatır. Yani bu benim ve onların yaşamını etkileyebilir. Ama her geçen gün içindeki öfke alevlendikçe onu daha çok öldürmek istiyorum. Ben topraktan çıktım ama onu toprağa gömmek istiyorum. Piecelar birbirini öldüremez. Zarar verebilir, hissedebilir, can yakabilir ama öldüremez. Ama kendileri dışında bütün yaratıklara zarar verebilirler, öldürebilirler. Yani insanları da. Öldürürlerse dünyadaki polisler gibi burada da bir takım ajanlar var. Ama polis gibi adaleti sağlamak için yoklar, onların amacı bizi öldürüp ruhumuzu içmek. Birimiz bir yaratığı öldürdüğümüzde bunun kokusunu alıyorlar. Cage Guards. Yani Kafes Gardiyanları. Kafes Gardiyanları buranın en uyumsuz grubu. Başka bir amaçları uyumsuzluğun içinden uyum çıkabileceğini göstermek. Hiçbiri hiçbirinin ruhunu tamamlamıyor. Ruhların birbirlerini tamamladığına dair bir işaret oluyor. Size parçalar olduğumuzu söylemiştim. Yapboz parçaları gibi. Hepimizin kendimize özel bir taşı var. Piecelar yakınlaştığında, duygusal anlamda, taşlar parlamaya başlar. Bu taşlar tılsımların üzerinde oluyor. Bu tılsım ruhumuzu temsil eden herhangi bir şey olabilir. Kolye, saç tokası, bileklik, şapka, ayakkabı, çorap, sepsiye, baston... Her şey olabilir. Benimki deniz kabuğu. Üzerinde ise mavi bir taş var. Kolye. Çünkü babam bana deniz kabuğundan kolyeler yapardı... Hepsinin bir anlamı var. Bu taşlar birleşince muhteşem bir uyum oluyor. Ama yanlış kişiye düşmemeli... Alıp çıkaramazsınız. Bunun için belli bir kudrete ermeniz gerekiyor. Bir takım güçler... Evet, güçlerimiz var. Ama bulması çok zor. Kendimizi yenmemiz gerekiyor önce. Yani sanırım.
Gece olmuştu. Bir anda bir titreme geldi. Hava soğuktu ama biz bunu pek hissetmezdik. Ben hissediyordum ama üşümüyordum. Rüzgar yakınlardadır kesin.
"Böóûğğ" diye bir ses geldi arkamdan. Gülerek arkamı döndüm.
"Sesin yayılınca hiç korkunç olmuyor." dedim gülerek.
"Ben olduğumu nasıl anladın?" dedi Rüzgar.
"Titreme geldi" dedim.
"Titreme huyunu ameliyatla aldırsam mı acaba..?" dedi gülerek. Ve ekledi. "Ya da dur. Benim titretmem gitsin."
"Söyle bana bir de mizah aşılasınlar." dedim ve kahkaha attım.
"Yok o kalmadı" diye sırıttı.
"Sana her şey tamam, bize yok. Kesindir canım aa (!)"
"Neyse. Sabah seni gördüm. Güneş tepede. Güneşin altında uyunur mu? Ruhunu zayıflatıyorsun." dedi.
"Güneş benim uykumu getiriyor ya..." dedim.
"O zaman gölgede uyu." dedi.
"Neyse teşekkür ederim, gölgeye almışsın beni." dedim.
"Kendim için diyorum işte kızım. Uğraştırma beni." diye dalga geçti.
"Aman ya. Sana yap diyen mi oldu?" dedim.
"Ya tamam şaka yapıyorum. Kızım sen de alınma hemen." dedi.
"Bana kızım deme!"
"Tamam, tamam. Neyse bugün kontrol var unuttun mu? Hadi görüşürüz." dedi ve gitti.
Unutmuştum. Hemen gitmeliydim. Frenkanslara güçlükle tutunarak ilerlemeye başladım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehtap Denizi
FantasiaSerin rüzgar insanın içini titretecek kadar vuruyordu... Bu mehtap bugün için mi bu kadar şiddetli? Sanki içimi görüyor, duygularımı anlıyor. Hayattayken kendime çok yalan söyledim. Hayır! Mutlu değildim. Bir mehtap esmişti sadece. O da aldı, götür...