Mayışma

90 0 0
                                    

Kapıyı açmak içinanahtarı arka cebimden çıkardım. Ellerim titriyordu. Şıngırdayan anahtar sesinden fazlasıyla rahatsız olurdum. Evimin tahta ve yosun tutöus bir eşiği vardı. Anahtar deliğini bulmakta iyi sayılmazdım. Bir kaç saniye uğraştıktan sonra açıldığına dair klik sesi gelmişti. Menteşelerinin gıcırdaması ve leylak kokulu oda spreyi evimde olduğumu kesinleştirmişti. Kafamın içinde dans eden sokak dansçılarının da adımları yavaşlamıştı. Islak yağmurluğumu portmantoya fırlattım. Neredeyse parçalanmak üzere olan ,su içinde kalmış ve suyu bir sünger gibi içine çekmiş botlarımı çıkarıp kapının dışına bıraktım. Çoraplarımdan kurtulmak için sabırsızlanıyordum. Tek hamlede çıkarıp çamaşır odasına bıraktım. Yorgunluktan kemiklerim sızlıyordu. Uykunun dozu kanımda arttıkça hareketlerimi kontrol etmekte güçlük çekiyordum. Evde bir yere takılıp düşsem, düştüğüm yerde uyuya kalabilirdim.

* * *

Rahatsız edici olduğunu söyleyebilirdim sadece. Sadece sesini duyabiliyordum. Hiçbir tepki verememekle birlikte soluk alırken kaburgalarım kırılacakmış gibi oluyordu. Kirpiklerim birbirine kenetlendiği için gözlerimi açamıyordum. Büyük bir çaba harcayarak kolumu kaldırdım ve elimi gözlerime götürerek ovuşturdum. Puslu görüyordum. Bir kaç kez gözlerimi hızlı hızlı kırpınca daha da netleşti. Korkunç eklem ağrılarım yüzünden hareket etmek zulümdü. Telefonumun hiç durmadan ard arda çalması ve o korkunç zil sesini tekrar tekrar duymak beni delirtmişti. En sonunda olduğum yerden doğrulayabildim ve durmadan çalan telefonuma cevap verdim.

- Merhaba Aypare hanım.

- Buyrun ? Tanıyamadım.

- Ben Aras kargodan arıyorum. Kapınıza bir kağıt bırakmıştık. Ama ulaşmamış sanırım. Size bir paket var. Bugün 5:30 a kadar açığız. Gün içinde gelip alırsınız.

- Öyle mi ? Teşekkür ederim.

- Rica ederim. İyi günler.

- Bi sani...

Bana bir paket mi vardı ? Şaşırmıştım. Korkmuştum. Bana paket gönderecek kim vardı ? Ailemden biri olmasıda imkansızdı. Annem İzmir' de rehabilitasyon merkezinde öğretmendi ve neredeyse her gün telefonla konuşuyorduk. Bu şekilde habersiz paket göndermezdi. Göndereceği varsa bile paket elime geçene kadar yüz elli kez aradı. Olduğum yerde duvara bakıp kaldım. Uzun süre hiç bir şey düşünmeden uykulu şekilde duvarı izledim. Daha sonra telefonumun çalışına bir kez daha irkildim. Annem arıyordu.

- Oo, Ayla hanım ! Nasılsınız bugün ?

- Neşen yerinde kızım. Saat öğleni geçti sen hala evdesin. Akşam telefonunu da açmadın nerelerdeydin ?

- Anne ne neşesi ? Aksine çok yorgunum. Akşam uyudum duymamışımdır. Her neyse işte. Birazdan çıkıp ajansa gideceğim.

- Elini çabuk tut. Uyuşuksun evladım sen. Kovulacaksın bu gidişle.

- Teşekkürler anne. Güne çok güzel başladım. Bu arada bana bir paket gelmiş. Seninle bir alakası var mı?

- Ne paketi ? Nasıl paket ? Nerden gelmiş ki ...

- Ay anne daha paketi almadım yani. Ne bu telaş ? Sadece sordum.

- İyi tamam. Git al paketi. Nerden gelmiş , kimden gelmiş , neden gelmiş , için de ne var hepsini bana rapor halinde anlatacaksın baktıktan sonra. Tamam mı Aypare ?

- Tamam annecim tamam. Hadi öptüm tontiş ellerinden.

Anneme söylemem hata mıyıdı diye düşündüm. Sonradan hata olduğuna karar verdim. Zamanı geri alma gibi bir yeteneğim olmadığı için kabullenmek zorundaydım . Koltukta uyuyakalmıştım ve o an oturduğum yerden etrafa baktığımda eşyalarımın sandalyeye üst üste bırakılmış olduğunu gördüm. Gözlerimi tekrar ovuşturdum. Gözümün önünde dans eden gri uzun iplikler ve bir basa bağlıymış gibi ritime uygun yokolup beliren noktalar vardı. Kasvetle iç içe geçmiş evimin perdelerini açtım. Güneş, sanki evimi aydınlatmak istemiyormuş gibi tozlu camdan geçmek istemezmiş gibi , nazlı nazlı aydınlatıyordu salonumu. Mutfağa doğru ilerledim. Buzdolabını açtığımda, plastik kaplara konulmuş ve bozulmaya yüz tutmuş kahvaltalıklardan başka hiç bir şey göremedim. Aç mıydım ? Onun bike farkında değildim. Dışarıda kahvaltı etmek daha akıllacaydı. Banyoda elimi yüzümü yıkarken aynaya yansıyan görüntümden rahatsılık duymuştum. Dağınık kısa saçlar, solmuş ve çatlamış dudaklar , uyumaktan morarmış iri gözler ve yağdan parlayan bir yüz. Tıpkı çamura batmış bir futbol topunu andırıyordum.

* * *

Rahatsız eden puslu havanın boğazımı yakarak ciğerlerime ulaşması ben de öksürme hissi yaratıyordu. Buna rağmen otobüs beklerken dayanamayıp bir sigara yaktım. Nasıl göründüğüm hakkında hiç bir fikrim yoktu. Modası geçmiş bir jean pantalon, sıradan beyaz bir tişört ve onun üzerinde de bana anormal derecede bol gelen kahverengi hırkam vardı. Üzerim de baskı hissediyorum ve istemsizce saçımı kıyafetimi düzelttim. Daha sonradan fark ettim ki beni izleyen bir çift göz vardı. Orta yaş dönemini çoktan geride bırakmış , emekli bir memur olduğunu tahmin ettiğim eski füme rengi takım elbise giymiş adam beni izliyordu. "Allahım artık otobüs gelsin. Lütfen gelsin " diye dua etmeye başlamıştım. Olduğundan beş dakika daha geç gelmişti otobüs. O mavi ve otomatik kapıyı günde on kereden fazla görüyordum. İçerideki insan kalabalığının iç içe geçen konuşmaları kulağımda çınlıyordu. Kapının açılırken çkardığı ses ile düşünce bulutum dağıldı. Buruşmuş elleriyle gün içinde neredeyse beş yüz den fazla kart okuttuğu makineye elini uzattı. Donuk ifadesi ve sivri çenesi korkunç bir ifade katmıştı. Ve sıra bana geldiğinde "öğrenci mi tam mı" sorusunu yöneltti. Kartımı gösterip son derece yapmacık bir ifade ile gülümseyip makinaya okuttum. İlerlemeye çalışıyordum fakat insanlar balık istifi gibi sıralanmış nefes almaya bile yer kalmamıştı. Önüm de hastaneye gitmeye çalışan, elinde MR sonuçları olan uzun siyah pardüseli bir kadın vardı. Sürekli olarak hırıltılı sesler çıkariyordu. Kadın birden irkildi. Telefonun çaldığını fark etmişti. Yüzüme aceleci bir ifade ile bakarak "Evladım be şunları tutuversene. Telefona bakayım" dedi. Başımı onaylar şekilde salladım ve kadının nasırlı ellerinden tahlillerinin olduğu poşeti, MR sonuçlarını aldım.

* * *

Çarşının mahşer kalabalığı arasında nefessiz kalmıştım. Kafam karışmıştı. Binaların rengini ayırt etmekte bir zulümdü benim için. İlerliyordum. Sonunda dökülmüş badanası ile o upuzun binayı gördüm. İşimi seviyor muydum ? Net bir şey söyleyemezdim belki ama en azından bir işim vardı. Yazmayı seviyordum. Uyduruk bir dergide, uyduruk köşe yazılarının arasında bir kaç makale yazıyor olsam da mutluydum. Maaşım ise sigara ve kira parama yetiyordu. Bunları düşünmek bile beni titretmeye yetiyordu. Zaman geçmek bilmezken nasıl olurda seneler aylar geçiyor bunu anlamıyordum. Paslı kapıyı sol elimle ittim ve binadan içeri girdim. Nikotin ve çamaşır suyu kokusu genzime hızlı şekilde giriş yaptı. Asansörün önündeki o kalabalık gözümü korkutunca merdivene yöneldim. Aslında merdiven çıkacak halim yoktu. Ama o leş kalabalığın içine girmeyi göze alamazdım. İki parmak toz tutmuş merdivenlere ayak izimi bırakarak çıkıyordum.

Buz mavisi ve karamelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin