1 hafta olmuştu tam. Bu durumdan çok memnun olmasam da o hödükle oturmaya devam ediyorduk ve sınıftakilerle yavaş yavaş anlaşmaya başlamıştım. Yalnızca Mahmut'un arkadaşları beni pek sevmiyor gibiydi. Anladığım kadarıyla, bu semt biraz kapalı görüşlüydü ve arkadaşları Mahmut'u sayıp sevdikleri için onun yanında benim gibi 'farklı' birini görmek hoşlarına gitmiyordu. Sınıfa bir anda gelen turuncu saçlı, garip giyimli ve alışkın oldukları erkek tavırlarından farklı davrandığım için sanırım sevmemeleri çok da ilginç bir şey gibi gelmemişti. Açıkçası ne düşündükleri de çok umurumda değildi. Çok fazla insan sevmem zaten hayatımda. Mahmut, bu bir haftanın içinde iki gün okula gelmemişti bu yüzden yalnızca üç gün görmüştüm onu.
Garip biriydi. Okula başlamadan önce mesaj atmış, ilk geldiğim gün garip bir nefretle yaklaşmıştı. Daha sonra normal davranmaya başlamıştı ama yine de bir anı bir anını tutmuyordu ve garip biriydi. Arkadaşlarıyla yakındı, bunu dışarıdan görerek bile söyleyebilirdim ama aynı zamanda tam olarak onlar gibi de değildi. Okulda onu neden saydıklarını merak ediyordum. Bazen okulun reisi gibi geziyordu ama sanılanın aksine çok da sinirli aksi biri değildi. Gerçekten bu çocuğu çözmem zaman alacak sanırım. Aman. Neden çözeceğim ki hiç de uğraşamam.
Gözümü az önce açmış olduğum için kafamdan geçirdiğim düşünceler ile kafamı çattım. "Gerizekalı. Sabah sabah başka hiç derdin yokmuş gibi Mahmut salağını mı düşünüyorsun?" diye sessizce söylendim kendi kendime. Yastığın altından ekranının kenarı kırık olan telefonumu çıkarıp saate baktım. Hazırlanıp çıkmam gerekiyordu.
Cumartesi olduğu için okula değil, bir tanıdığımızın yanına günü birlik çalışmaya gidecektim. Annem, babamla ayrıldıktan sonra ani bir kararla İzmir'den kalkıp Ankara'ya teyzemlerin birkaç alt sokağına taşınmıştık. Doğup büyüdüğüm ve her noktasına ayrı aşık olduğum şehiri bırakmak zor gelmişti ama yeni bir başlangıç ve özellikle anneme desteğimi gösterebilmek için buna mecburdum. Yalnızca biyolojik olan babamdan uzaklaşıp, yeni hayata başlamamız gerekiyordu.
Yataktan zorla kendimi çıkartıp soğuk zemine aldırmadan çıplak ayaklarımla tuvalete gidip işimi hallettikten sonra ketıla su koyup kaynamasını beklerken yeniden odama döndüm ve üstümü değiştirdim. Altımdaki gri eşofman ve üstümdeki siyah sweatle oldukça rahat bir şekilde yeniden mutfağa döndüm ve filtre kahveyi hazırlayıp termosuma döktüm. Montumu da üzerime geçirip evden çıktım birkaç sokak ötedeki fırına gitmek için.
Fırına girdiğimde Osman abi'yi görüp gülümsedim. "Günaydın Osman abi. Nasılsın?" dediğimde kafasını kaldırıp o da aynı şekilde güldü bana.
"Hoş geldin Ayaz'ım. İyiyim sen nasılsın?" dediğinde ben de aynı şekilde cevap verdim ve arkaya geçip üstümdeki montu askıya asıp dolaptan bir önlük çıkarıp üzerime astım. Yalnızca iki gün gelip aldığım 300 lira cazip geliyordu ve her ne kadar tanıdık da olsa yaptığım her işi düzgün yapmaya özen gösteriyordum.
Gelen birkaç müşteriye istediklerini verip parayı kasaya koyduktan sonra yeni çıkan gevrekleri aşağı rafa dizerken içeri şişmiş gözlerle, benim gibi siyah bir eşofman ve siyah bir sweatle rahat ve yavaşça giren suratı istemeden çatılan kaşlarımla izledim. O beni görmemişti. Son simiti de yerleştirip sipariş almak için kalkacaktım ki "Günaydın baba." diye mırıldanmasıyla kaşlarım olabilirmiş gibi daha da çatıldı. Osman abi, Mahmut'un babası mıydı yani? İşte şimdi o çok merak ettiğim "Küçücük yeni doğmuş pamuk gibi çocuğa neden bu ismi koydunuz?" sorusunu sorabilirdim. Ki bu barzonun pek de pamuk gibi doğduğunu düşünmüyorum ama.
"Günaydın paşam. Yataktan kalkıp dükkanın yolunu nasıl buldun?" diye imalı imalı söylenen babasına aldırmadan arkaya geçerken ben de çöktüğüm raftan kalktığımda neredeyse çarpışacaktık ki durdurdu kendisini ve şaşkınlıkla çattığı kaşlarıyla yüzüme baktı, daha sonra doğru yerde olup olmadığını incelemek ister gibi etrafa bakıp yeniden gözlerime çevirdi ela gözlerini. "Ayaz?" dedi şaşkın çıkan sesiyle.
Ben daha cevap veremeden Osman abi fırından ekmek çıkarırken "Tanışıyor musunuz siz oğlum?" dedi. "Aynı sınıftayız abi." dedim ona dönüp.
"Aa. Çok sevindim oğlum. Benim akılsıza yardım edersin sen o zaman derslerinde?" dediğinde güldüm ve cevap vermedim. Yeniden önüme döndüğümde Mahmut beni hala dünyanın en ilginç şeyiymişim gibi incelediği için kafamı salladım hayırdır anlamında.
"Ne işin var senin burada?" dedi çatallaşmış sesiyle. Hala tam olarak uyanamamıştı. "Çalışıyorum Mahmut." dedim ve gelen müşterinin isteğini poşete koydum. Onun da dolaptan bir önlük çıkarıp taktığını fark ettim.
Birkaç saatlik sabah yoğunluğundan sonra sakinlemişti biraz ortalık. Osman abi önlüğünü çıkarırken "Ben çıkıyorum çocuklar. Saat 4-5 gibi gelirim." dedi. Kafamı sallayıp Mahmut'a döndüğümde o da aynı şekilde kafasını sallayarak bakıyordu babasına. "Ben akşam dışarı çıkacağım. Çok geç gelme de, para verirsin bana." dedi Mahmut yeni aklına gelmiş gibi bir hızla. Kasadan kendisi de alabilirdi ama babası sevmiyor belki de öyle şeyleri.
Onların baba oğul meselelerini bozmak istemediğim için telefonumla ilgileniyor gibi yaptım.
"Nereye gidiyorsun yine?" dedi babası ama bir yandan da yürüyordu ön tarafa doğru.
"Takılacağız bizim çocuklarla."
"Nerede?"
"Buralarda işte baba. Niye sorguluyorsun durduk yere. Yalan söyleyeceğim sana sanki."
"Söylemezsin söylemezsin." diye söylendi. Birkaç eşyasını aldı, "Hadi dükkan size emanet." dedi ve kapının açılıp kapanma sesiyle kafamı kaldırdığımda çok büyük sayılmayan fırında yalnızca Mahmut ve ben kalmıştık.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra kapıyı açan müşteriyi görmemle ayaklandığımda benimle birlikte o da ayaklandığında, "Ben bakarım." dedim. Siparişi verip parayı kasaya koyarken "Ben bakardım." dediğinde sesinin çocuk gibi gelmesi komikti. "Ben çalışıyorum burada Mahmut, sen neden bakacaksın?"
"Senin gibi bir tipten ilk ismimi duyunca gülme geliyor bana lan." dedi sorumu görmezden gelip.
"İlk ismin mi?" yüzüne baktığımda yavaşça kafasını salladı.
"Diğeri ne?" diye sordum. Çok merak etmiyordum ama sessizlik canımı sıkıyordu.
"Mahmut Berk Gündoğan." alakasızca sıralanan isimlere gülmeden edemedim. Osman abiye gerçekten bu ismi çok mu düşündün, diye sormam gerekiyordu.
Gülüşüme sinirli sinirli baktığında dudaklarımı birbirine bastırıp "Neden Mahmut'u kullanıyorsun?" diye sordum.
"Berk ne lan top ismi gibi." dediğinde bu sefer sinirli sinirli bakmaya başlamıştım kullandığı kelimeye karşılık.
"Bakma ölük gibi. Şu sıfatı Berk olarak düşünebiliyor musun?" dedi elini kaldırıp yüzünü gösterirken.
"Haklısın. Barzo daha çok yakışırdı." dediğimde kaşlarını çatık bana doğru yaklaştı.
"Ne barzoluğumu gördün lan?" göz temasını kesmek için tezgahta duran toz bezini alıp bir rafın üstünü silerken "Yani görünüşün bile yeterli." dedim. O ısrarla yanıma yaklaşıp "Ne alakası var?" diye sordu.
"Yeter." dedim. Yerinde durdu. "Ne?" diye sorduğunda gözlerine baktım yeniden. "Sıktı bu muhabbet beni." Klasik savunma mekanizmam yanıma adım adım yaklaşıp, gereksiz sohbeti uzatan barzoyla birlikte çalışmıştı.