Syniad' in İlk Adımı

3 0 0
                                    


"Kötü kurdu kimse sevmez.
Kötü kurdu kimse sevmez.
..."

Syniad sonunda kendi iç rahatlığına kavuşmuştu. Zira hem hazine ile ilgili bilgileri Kara'dan saklamaktan sıkılmış hem de hazinenin peşinden gidememekten dolayı huzursuzlaşmıştı. Fakat şimdi farklı bir sorunu vardı. "EE? Nasıl bulucam ben şimdi bu zımbırtıyı?" araştırmaya nereden başlayacağını bilmiyordu. Kitaplar ona bu konuda hiç yardımcı olmamıştı. Zaten Kara ile olan araştırmasında da fark etmişti ki "O olay yaşandıktan sonraki tarih günümüze kadar devam ediyor. Ama gel gör ki o tarihten öncesine ait hiç bir kayıt ortalıkta yok. Ayrıca o güne dair de bir kayıt da yok."
Hazine olayı gerçekleştiğinden bu yana Syniad' in aklında bir sürü boşluk vardı. Kendisi ile ilgili temel bilgileri hatırlıyordu ama hafızasında geçmişi yokladıkça boşluklarla karşılaşıyordu. Hatta olaydan sonra hatırladığı tek şey kendi ailesini katledişiydi. İki asırdan uzun bir süredir aklında sadece bu anı ile kontrolsüz biçimde yaşamıştı. Ne zaman ki Kara ile karşılaştı işte o gün her şey değişmeye başladı. Kendisi ile ilgili temel bilgileri de aslında o zaman hatırlamıştı. Fakat kardeşi ile ilgili hatıraları ancak bir kaç saat önce hatırlayabilmişti.

Bir şeyleri hatırlayabilmek bir yana hali hazırda duran koca bir tarih silinip gitmişti. Bir noktaya kadar bu mistik olay mantıklı sayılırdı. Mesela açığa çıkan enerji hafızaların silinmesine sebep olmuş olabilirdi. Yine de tüm bir halka geçmişe dair kanıtları sildiren neydi? Bunun olabilmesi için birilerinin bilinçli olarak tarihe müdahale etmiş olması gerekmez miydi? "Tüm bu olanlar sadece hazine yüzünden olamaz. Durumun farkında olan birileri fırsattan istifade edip geçmiş kayıtları gizlemişti. Ya da hazinenin yaydığı bu enerji insanı etkisi altına alabiliyor. Bu olabilir mi? Cansız bir varlık düşünebilir mi?" Ne kadar mantık yürütürse yürütürsün hala hazineyi bulmak zorundaydı. Elinde ise tek bir bilgi vardı. "Dip Şehir..." Elindeki tek bilgi buydu. Şehrin diğer çıkışına doğru ilerlemeye başladı. O anda ortalığın ne kadar sessizleştiğini fark etti. "Aslında önceden de sessizliğe hakimdim ama çocuktan ayrıldığımdan bu yana hiç ses yok." Pek kabul etmek istemese de biliyordu ki Karaten' e çok alışmıştı. O çocuk ona farklı hissettiriyordu. Geçenlerde kardeşine benzetmişti ama onun yanındayken daha çok hala kendi şehrinde, kendi dostları ve ailesiyle birlikteymiş gibi hissediyordu. 

"Daha neyi düşünüp de şaşırıyorsun ki oğlum Syniad? Hayatının geri kalanı henüz başladı ve sen şu halinle bile şimdiden insan gibi hissetmeye başladın. Geçmişine dair hiç bir şey hatırlamadığın halinle bile acıyla bezendiğini bildiğin bir olgunlukla açtın gözlerini. Aynı olgunlukla işittin kendi düşüncelerini.
Belli ki ikinci defa gözümü açtığım bu dünyada bir amacım, içimi kemiren milyonlarca soru ve ses var. Fakat, okyanus kadar yoğun ve jilet kadar keskin olan bu duygularla hareket ettiğimiz zaman "yaşamak" fiilinden uzaklaşıyoruz. Kara da ben de elimize geçen bu "yaşamak" şansını boşa harcamamalıyız. Kara' yı bilmem ama benim üçüncü bir şansım daha olmayabilir. Bu kez tanrı bana ölümlerden ölüm beğendirebilir ki ben ölümü en yalın haliyle dahi beğenirim. Yine de tüm bu yaşadıklarımın bir sebebi olmak zorunda. Yaşamak için buna inanmaya ihtiyacım var." 

Bunları kendine anlatırken bir yandan da bulunduğu durumun çaresizliğini farkına varan Syniad bu sefer kendisini tutmak istemedi. Gözünden akan ilk damla ile kendini koyuverdi. Bu göz yaşları iki asırlık göz yaşlarıydı. Hayatını değiştiren o olaydan sonra sesini dinleyerek hareket edebildiği tek duygu öfkeydi ve bunun yükü öyle ağırdı ki olduğu yere çöktü. Artık iç çekerek  ağlıyordu. Yan yattı, tüm bacaklarını içeri çekip olabildiğince büzüşerek daha da şiddetlenen göz yaşlarının akmasının verdiği huzur ile ağlamaya devam etti. Tıpkı sekiz yaşında bir çocuk gibiydi.
Annesini hatırladı, kardeşini hayal etti, babası büyük ve güçlü bir siluetti. Çocukluğunun nasıl hissettirdiğini anımsadı. Bu durum saatlerce sürdü. Daha fazla dayanamayıp uyuya kaldı. Neredeyse 265 yaşında ki bir varlık bir gecede küçücük bir çocuğa dönüşüvermişti. Yine de hiç şüphesi o anda uykuya daldığında biliyordu ki şimdiye kadar hiç kimse böyle huzurla uyumamıştı. 

Böylece Syniad yapması gereken ilk şeyi yapmıştı. Yıkılmıştı... Kaybettiği ve geçip giderken fark edemediği zamanın ve insanların yasını tutmuş, yıllar sonra ilk kez gerçek bir insan gibi hissetmeye başlamıştı. Ve o gece bir rüya gördü. Mavi ışık huzmeleri ile bezenmiş bir mağara gördü. Loş, mavi ışıkların içerisinde bir mağaraya ait olduğu belli olan taşları seçebiliyordu. Sanki mağara yukarıdan aşağıya doğru uzanıyordu. Mağara duvarlarının olduğunu düşündüğü yerlerde küçük sarı ışıklar vardı. Sanki duvarda hareketsiz duran ateş böcekleriydi bunlar. Birisinin içli içli ağladığını duyar gibi oldu fakat ses çok derinden geliyordu. Ona seslenmek istedi. Ağzını açtı ama sesi çıkmıyordu. Sese doğru yürümeye kalktı, hareket edemiyordu. sanki beden kendi bedeni değildi. İçinde bulunduğu beden kendisinin iradesini dinlemiyordu. Sonra ince bir yan flüt sesi duydu. Sesi tanıyordu ama nereden tanıdığını bir türlü hatırlayamıyordu. Sesin geldiği yöne döndüğünde o dehşet verici sahne ile karşılaştı. O gündeydi. Kaderinin lanetlendiği, tüm sevdiklerini kaybettiği o gündeydi. Hazineyi buldukları o uğursuz gün. Onları durdurmak için koşmaya başladı ama o daha olaya dahil olamadan o sarı ışık patlaması gerçekleşmişti. O anı tekrar ve bütün ayrıntılarıyla ikinci defa yaşamak... O an kendisi değiştiği için zor değildi. Sonrasında yaptığı kıyımdı onu zorlayan. O sahneyi tekrar izlemeye başlamıştı. Nasıl onları katlettiğini. Daha fazla dayanamayacaktı. Bağırmaya çalışıyordu ama bağırmak için bile nefesi fazla düzensizdi. Sonra bütün görüntü kendini altın sarısı ışık huzmelerine bıraktı. Işıktan bir siluet belirdi. Bir kadına benziyordu. Kadın onu işaret edip "Kaderini bul!" dedi. Yanan ateş sesleri ve çığlıklar yükselmeye başladı, sanki alevler onu da sarıyordu. Sonra birden uyandı.

Gördüğü kabusu anlamlandırmaya çalışan Syniad güneşin doğmasını bekledi. Bu süre içerisinde tüm bu yaşananları sindirmeye başlamıştı. Öyle ki bakışları bile değişmişti. İnsan onun gözlerine baktığında kararlılıktan başka bir şey bulamazdı artık. Güneşin doğuşunu izledi, gecenin yavaş yavaş yer yüzünden silinişini. Syniad kendini iyice gerdi ve koşmaya başladı. Bastığı toprak sarsılıyor ve toz kaldırıyordu. 
Sanki bir yere ulaşmak için değil de bir şeyi yakalamak için koşuyordu sanki.

"Alt Şehir! Bana bildiğin her şeyi anlatacaksın. Yitip giden hatıralarımı bulacaksın. Ve ben de kaderimi bulacağım. Bulduğum zaman da gırtlağını ısırıp boynunu koparacağım."
Syniad farkında değildi ama artık tek motivasyonu öfkesiydi ve yine farkında değildi ama öfke onu her anlamda değiştiriyordu. Bu değişim dışarıdan bile rahatça görülebiliyordu. Göz bebeğinin çevresi kan kırmızı bir hal almış, tüyleri dikelmişti ve öfkesi arttıkça vücudu daha fazla enerji üretiyordu. Daha hızlı koşuyordu. Tüylerinin arasında gezinen akımın farkında değildi. Bir kaç dakika sonra hızı 200km/s e kadar artmıştı. Saat henüz sabah 8:00 sularıydı. Henüz yolun çok başında olduğunu biliyordu. Yol 652 kilometreydi "500km daha yolum var. Ama durmaya niyetim yok." Biraz ileride yolu tamamen kapatan bir kaya yığını vardı. Gök gürlüyordu. Göğe baktı ve "Şu an bir orta parmağım olsaydı gösterirdim sana!" dedi. Kararını vermişti, karşısında duran kaya kütlesini tamamen parçalayıp geçecekti. Daha da hızlandı, artık neredeyse yerle teması kesilmişçesine ilerliyordu. Ayaklarını görmek imkansızdı ve tüylerinin arasında gezinen akım bir den yüksek gerilime dönüştü. Sonra resmen bir savaş çığlığı atarak çarpmaya hazırlandı. 

Hayatında hiç olmadığı kadar sessizliğe bürünmüştü etraf. Tam kayalara vurduğu anda devasa bir yıldırım da onu vurmuştu. Kaya yığınını tuzla buz etmiş ancak tam o esnada çarpan yıldırım ile birlikte bilincini yitirmişti. Şimdiyse yerde sere serpe uzanıyordu. Etrafını koca bir toz bulutu kaplamıştı. Durumu oldukça kritikti, kalbi mevcut ritmini kaybetmişti. Eğer kalp ritmini tekrar bulamazsa, kalp krize girecek ve sonunda duracaktı. Bedeninin %93 ü yanmış haldeydi ve beyni yaşamsal fonksiyonlarını bile zar zor yerine getiriyordu. O daha amacını yerine getiremeden, daha yola yeni çıkmışken ölüm onu bir ok gibi vurmuştu.

KARATENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin