~B İ R~

224 1 2
                                    

İnsan bir şekilde, ailesini hiç görmese onlarla hiç yaşamasa bile, onlara benziyordu.

Ben buna hiç inanmak istemedim. Hep reddettim bu gerçeği. Ama bir yerde, çok derine gömdüğüm bir yanım gerçeği biliyordu.

Savaş'la yetimhanede tanışmıştık. Onu gördüğümde on yaşındaydı. Ben dokuz yaşındaydım. İki yıl önce gelmiştim oraya. İçeriye getirilirken yalnızdı. Beni babam getirmişti, karısıyla... Neşeli bir çocuktum. Yurdu sevmiştim aslında. Burada bir sürü arkadaşım vardı. Yemeğimiz hazırdı, yatağımız vardı. Babam beni buraya bırakıp giderken
"Bak burada bir sürü arkadaşın var, yalnız kalmazsın." Demişti.
Beni yanına alsaydı yine yalnız kalmazdım ki...
İlk günden alıştım. Zaten alışmak çok zor bir eylem olmadı benim için hiçbir zaman. Babam bir hafta sonra karısı ve oğluyla geldi yanıma.
"Nasılsın, alışabildin mi?" Dedi. Onu görmek istemiyordum. Haksızlıktı. Beni buraya bıraktıysa oğlunu da bıraksındı. O küçücük bebeği sıkıp boğmak istedim. Öyle bir nefret öyle bir kıskançlık vardı ki içimde, bunu yansıtmış olmalıyım ki bebek ağlamaya başladı. Babam karısının elindeki pusetten bebeği kucağına aldı. Kucağında hafif sallayarak onu sakinleştirdi.
"Kardeşini görmek ister misin?"
Konuşmadım.
Çömelip yüzünü örten battaniyeyi araladı. Yüzü küçücüktü. Elliğini çıkardım. Yumruk yaptığı eli tuttum. Sonra babamın karısı bebeği kucağından alarak
"Hadi gidelim, Emre huysuzlandı bak uykusu var oğluşumun." Dedi.
Babam bana sarıldı. Ayrılırken cebime 20lira sıkıştırdı.
Sonra görmedim onu.

Savaş o gün yetimhaneye geldiğinde benimle aynı duyguları taşımıyordu. Meraklı değildi, endişeli ya da çekingen değildi.  İfadesizdi. Birisi duygularını bir düğmeye basarak kapatmıştı sanki..
Yaz mevsimi vardı Ankara'da.  Okullar tatildi. Akşama kadar bahçede oynayabilirdik. Savaş, bir haftanın sonunda hala aynı yerde oturup hiç kimseyle konuşmaya yeltenmeyince ben gittim yanına.
"Sevdin mi burayı?" Diye lafa girdim.
"Niye sevecekmişim?"
"Ne bileyim. Soruyorum işte."
"Ben hiçbir şeyi sevmem."
"Sevsen n'oluyormuş ki?"
"Ne diye gelip de bana soru sorup duruyorsun? Gidip ipini atlasansa sen!"
"Aman! Arkadaş olalım dedik iyi ki!"
Döndüm gidecektim.
"İsmin ne senin?"
"Rüya, senin?" Tekrar ona döndüm yüzümü. Gözlerime güneş vuruyordu. Elimi anlıma koyup yüzündeki ifadeyi seçmeye çalıştım.
"Savaş."
Gözlerim acımaya başlayınca onun olduğu ağacın altına gittim.
  "Kaç yaşındasın ki sen?" Diye sordum.
"On."
"Ben de dokuz." İfadesiz siyah gözleriyle bana baktı uzun uzun. Bir şey anlamadım yüzünden. Huzursuz etti bu durum beni. Sordum,
"Niye geldin buraya sen?"
"Babam annemi öldürdü. Babam da hapishaneye gitti. Beni de buraya getirdiler. Sen niye burdasın?"
"Nasıl öldürdü, gerçekten mi öldürdü?"
"Evet. Sen niye geldin?"
"Annemle babam kavga ediyordu hep. Annem de bizi terk etti. Babam da başkasıyla evlendi. Onun çocuğu var ona bakıyor ama bana bakmıyor. Hep annem yüzünden oldu. Gitmeseydi böyle olmayacaktı."
Bunu ilk kez birine anlatıyordum. Sanki her gün açıklarmış gibi rahatça.
"Ama gitmeseydi benim annem gibi ölecekti o da. Sen yine buraya gelmek zorunda olacaktın."
Sustuk. Demek ki bazen gitmek gerekirdi. Bazen geride bırakacaklarının senden daha değerli olmadığını hatırlamalıydın. 

Vazgeçmek de nefes almak gibi bir ihtiyaç olabiliyordu. Ve ben bunu o gün Savaş'tan öğrenmiştim.

-IM-POSSIBLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin