-patin sanglant-

481 41 70
                                    

"Hiç bir zaman yalnız değilsindir. Gerçekten şu am burada sen tek olduğunu mu düşünüyorsun?"
.....

<Bölüm şarkısı- Push Start/French a montana, Coi Leray ft. 42 Dugg>

Sabah uyandığımda yataktan çıkmak istememiştim. Hava soğuktu ve yorganın altında Tom'a sarılmak, kalkmaktan daha cazip gelmişti. Zaten en ufak kıpırtıya uyanıyordu. Uyandığımı fark etmiş olmalıydı.

"Günaydın hayatım,"

"Günaydın sevgilim."

Baş ucumda duran dijital saate baktığımda sabah 10 civarıydı. Otelde olan kahvaltı 11'de bitiyordu. Eğer kalkmazsak aç kalacağımızdan zar zor olsada sıcacık yatağımızdan kalkmak zorunda kaldım. Ben kalktıktan sonra Tom'da kalktı.

Ellerimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerimi giyindim. (Medya) Sadece göz altlarıma kapatıcı sürüp, bronz bir likit allık sürdüm, bir de açık kahverengi tonlarında bir lip gloss.

Tom her zaman ki içine siyah bir tişört ve üzerine deri ceket, altınada siyah kot giymişti. Siyahların içinde tek farklı renk yüzükleriydi. Bazıları diyah bazıları metaldi. İşaret, orta ve yüzük parmaklarında iki, serçe ve baş parmağında ince bir yüzük vardı. Uzamış, kıvırcık saçları her zaman olduğu gibi düzgünce taranmıştı.

Boynunda gümüşten çok ince bir kolye vardı. Kolyede ki bomcuklar karışıktı. Bir top, bir çizgi, iki top, iki top, bir çizgi, bir çizgi, bir top, bir çizgi, bir top, iki top, üç çizgi, bir top, bir çizgi, iki top vardı.

(._..._._._...____._..._)

Anlam veremedim ama sormadım. Belki de karışık dizilmişti boncukları.

Odadan çıkıp kahvaltıya indik. Büfeden yiyeceklerimizi aldıktan sonra bir masa bulup oturduk .

"Bugün ne gibi planlarınız var leydim?"

"Buz pateni gibi,"

"Hadi canım"

"Ne var yani koca Lord buzda kayamaz mı? Yoksa korkuyor musun?"

"Korkmak mı? Hiç güleceğim yoktu."

"O zaman demek oluyor ki gideceğiz."

"Hayır."

"Neden?"

"Düşersin."

"Düşerim olacaktı galiba o?"

"Düşersin bir de seni taşımak zorunda kalırım hayatım."

"Seviştikten sonra taşımaya hayır demiyorsun ama patenden düşünce taşımak istemiyordun? Nasıl bir şey bu?"

"Yani hayatım seviştikten sonrakiyle bacağını yaralaman aynı şey değil."

"Gayet aynı her türlü popom acıyor?"

"Kısa keselim olmaz."

"Gayet olur."

"İzin vermiyorum."

"Neden?"

"Seni korumak için."

"Kendimi koruyabilirim."

"Yinede olmaz."

"Tom ne var çocukken özenip yapamadığım şeyleri şimdi yapıp eğlensem? Ne zaman kar yağdığında dışarı çıktım? Jones'ı bilirsin. Onun korkusundan dışarı çıkamazdım. Şimdi eğlenip her şeyi siktir etmek istiyorum. Gerekirse düşelim ama sonunda zaman geçirmiş ve eğlenmiş olacağız."

Zorda olsa ikna olmuş şekilde gözlerime bakıyordu. Kahvaltı salonundan çıkıp, otelin içinde bulunan mağazalardan birinden buz pateni kiraladık.

Pista Pattinaggio adlı bir merkez vardı. Buz patenini burada yapacaktık. Burada mugglellar defalarca yarışma yapmışlardı -olimpiyat dedikleri- şeyden.

Girdikten sonra kocaman pistte bir sürü insan vardı. Patenlerimizi giyip zar zor ayakta kaldık. Ayakta durabilme başardıktan sonra el el tutuşup yürümeye çalıştık. İkimizde hiç bilmediğimizden anında yere yapışsakta pek umrumuzda olmadı sadece güldük.

Geri kalkmaya çalışırken yine düştük. Tekrar tekrar düştük ve sadece eğlendik. Yanımızda bir profesyonel olduğu belli olan vatandaş yabancı olduğumuzu anlamış olacak ki, ingilizce konuşarak bize yardım etti.

"....Ve son olarak ayağınızı V yapar şeklinde durdurucaksınız."

Bize iyice anlattıktan sonra bizde uygulamaya geçirdik. Yavaş yavaş oluyordu.

"Düşüyorum."

"Kahretsin götüm acıyor."

Defalarca denemenin ardında başarmak iyi gelmişti. Rahatça kaymaya başlamıştık. Zaman geçip kapanana kadar -akşam 8- kaydık. Ve daha sonra otele dönüp kiraladığımız patenleri teslim ettik.

Otelin içinde 6 restoran vardı. "Black Bar" adlı olana girdik. Tamamen siyah fayanstan zemin, mat siyah duvarlar ve üzerinde koyu gri çerçeveletilmiş ünlü sanat eserleri, ortada kocaman bir yunan heykeli vardı. Masalar yuvarlaktı ve her masanın etrafında yuvarlak deri koltuk vardı.

Menü verilmedi, direk önümüze öncellikle altılı sushi geldi. Onun tadına baktıktan sonra o alındı ve ortaya avokadolu bir salata geldi. Direk yanımızda iki garson kırmızı şarap doldurdu. Hiç bir şey sorulmadı. Daha sonra yemek olarak balık geldi. Balığın derisi siyahtı ancak üzerinde acı olduğu görüntüsünden belli olan kırmızı bir sos vardı.

"Nasılsın Luciola'm? Beğendin mi?"

"Evet hemde çok. Her şey sorulmadan getirildi garip değil mi?"

"Buranın özelliği bu. Ne seveceğimizi tahmin ediyorlar ancak beğenmezsen başlamadıysan değiştiriyorlar."

"Güzelmiş."

Yemeğimize devam ederken tekrar konuştu.

"Leydim,"

"Efendim hayatım?"

"Tatil dönüşünde senden istediğim şeyi yapıp bitirmeni istiyorum. Sonra okuldan ayrılacaksın. Birlikte yükselişe geçeceğiz."

"Anlıyorum, tamam yapacağım."

"Yapsan iyi edersin."

Yemeğimiz bitikten sonra çıkıp otelin bahçesinde bir banka oturduk. Hava soğuktu ama üşümüyordum.

"Kolyen güzelmiş."

"Beğendin mi? Sevindim."

"O noktalar ve çizgilerin anlamı var mı?"

"Şey evet."

"Söylemek istemez misin?"

"Mors alfabesi, senin adın, Luciola."

"Neden inatla Adele'yi kullanmıyorsun?"

"Küçükken adının Adele olmasından nefret ederdin hatırlamıyor musun?"

"Bunları nerden biliyorsun?"

"Seni izliyordum."

"Gizli çocukluk aşkı ha?"

"Belki de.."

"Adımı kolye yapman ya da yapman çok hoş, çok güzel."

"Leydimin adı sonuçta."

"Seni seviyorum bebeğim."

"Bende güzelim, bende seni seviyorum."

......

Sabah yine güneş doğduğunda yataktan kalkıp giyindiktik. Karnım ağrıyordu ve o yüzden kahvaltı yapmak istemiyordum. Burada ki müzeleri gezmek istiyordum.

Tom ile konuştuktan sonra bütün gün yakınımızda ki müzeleri gezdik. Akşam üstü çok yorulmuştuk ve dördüncü günümüz de bu şekil geçmişti.

......

"Aslında yaşadığımız her şey, ruhumuzun bir parçasıdır."

FORCE EN DÉSESPOIR -güç ve güçsüz-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin