İki saat sonra evdeydim. Hemen banyoya gidip sıcak bir duş alıp saçlarımı kuruttum. Kendime bir kahve yapıp amerikan pencerenin önündeki koltuğa kurulup manzarayı izlemeye başladım. Aslında eve neden geldiğimi bilmiyordum. Bir an önce Yuva'ya gidip şu başımızdaki beladan kurtulmak için çalışmalıydım. Kahvemi bitirip bardağımı mutfağa koydum. Ceketimi, telefonumu ve arabamın anahtarını alıp evden çıktım. Yuva'ya gelir gelmez toplantı odasına gittim. Alp bilgisayarda bir şeylerle uğraşıyordu. Yanındaki sandalyeyi çekip oturdum.
" Eee.. Merkezdeki bilgisayarda ne buldun? "
Yüzünü bana çevirip sıkıntılı bir şekilde konuşmaya başladı
" Bilgisayarı tararken bir çeşit virüse rastladım. Şimdi de onun üzerinde çalışıyorum. Aslında son derece usta bir şekilde tasarlanmış. Mükemmel bir yazılımı var. Bilgisayarın güvenlik duvarının fark edemeyeceği şekilde uyumlu. Ben bunlara bukalemun yazılım diyorum. Virüs fark edilmemek için bilgisayarın güvenlik sisteminin yazılımını taklit ediyor. Bu sayede kontrolden geçiyor. Bu virüsü yaratan kişi sadece kameraları on dakika devre dışı bırakacak şekilde yazmış. Bu tip virüsler belleklerle taşınmaz daha doğrusu bellekle kimse uğraşmaz. Bu tip durumlarda internet daha hızlı ve daha etkili olduğu için ana bilgisayarın IP adresine sahip birisi, bu bilgisayar internete girdiği saniyede virüsü yükleyebilir. "
" O zaman buradaki temel soru, bu virüsü yükleyen adam ana bilgisayarı kullanan kişinin o saatte internete gireceğini nereden biliyordu ya da o saatte internete girmekle görevlendirilen biri mi var?"
" Bunu da düşünerek o saatte ana bilgisayardan hangi siteye girildiğini araştırdım."
" Sonuç?"
"Sadece arama motorunun ana sayfasına girilmiş. Herhangi bir silinme, gizlenme gibi olasılıkları da düşündüm ve hiçbir şey yok. Bu da içeriden birinin bilinçli olarak internete girdiğini gösteriyor."
Biz konuşurken odaya Serdar ve Gökhan girdi. Birer sandalye çekip oturdular. Oldukça yorgun görünüyorlardı. Bir şeyler yakalayabilmek için o CD'yi Allah bilir kaç kere izlemişlerdi. Serdar sıkıntı dolu bir nefes verdi.
" Hiçbir şey yok. Ne dosyada ne de videoda tek bir ipucu yakalayamadık. "
Gözlerinden uyku akıyordu. Aslında şimdi eve gidip uyumak vardı da.. Biz saha görevleriyle tanınan bir ekiptik ve masa başı işler bize ters kalıyordu. Masadan kalkınca tüm gözler bana döndü.
" Hepimize birer kahve alıp geliyorum. Bu gece harekete geçmemize yetecek kadar bir şeyler bulmalıyız. Cezam da kalkmışken daha fazla saha için beklemek istemiyordum."
Onaylayan mırıltılar çıkararak önlerine döndüler. Mutfağa gidip kahve makinesini çalıştırdım. Dolaptan bardakları çıkarırken telefonum çaldı. Bardakları tezgaha bırakıp telefonumu çıkardım. Kerem arıyordu. Onu Yuva'dan çıkarken öylece garajda bırakmış ve daha sonra aramamıştım. Şu anda kızgın olmasından korkarak telefonu açtım.
"Efendim"
"Azra nerdesin sen? Seni kaç kere aradım haberin var mı?" Feci halde kızmıştı.
"Kerem sakin ol, biraz arabayla dolaşıp kafa dağıttım. Sonra eve gittim. Şimdi de Yuva'dayım. Çıkarken sinirliydim biliyorsun. Telefonuma da bakmamışım, üzgünüm."
" Pekala yoldayım, Yuva'ya geliyorum. Devamını gelince konuşacağız."
"Tamam" Sanırım en kötü kısmını atlatmıştım. Buraya gelince çalışıyor olacağımız için beni unuturdu zaten. Yani, umarım.. Kahve makinesinin sesini duyunca bardakları doldurdum ve toplantı odasına döndüm. Kahveleri dağıtırken içeri Kerem girdi. Sinirli görünüyordu. Bana 'bunu sonra konuşacağız' bakışı atarak bir sandalye çekip oturdu. Telefonla konuştuktan sonra onun için de kahve yapmıştım. En son yerime oturduğumda kahvemden büyük bir yudum aldım.
"Elimizde neler var bir bakalım. Bildiklerimizi ortaya dökersek belki bir çıkış buluruz." Alp sandalyesinde doğruldu ve konuşmaya başladı.
" Siz gelmeden önce Azra'yla bunu tartışıyorduk. Merkezdeki kameraların bağlı olduğu ana bilgisayara internet üzerinden virüs yüklenmiş. Sadece arama motorunun ana sayfasına girilmiş. Buradan da orada olacakların bilincinde birinin olduğunu anlıyoruz." Gökhan da Alp'e bakarak
" Ama bunu zaten içeride olan ve karşı safa çalışan biri mi yaptı, yoksa yabancı biri mi kamera odasına girdi?" dedi.
" Bunu merkezdeki polisler de bulabilir. Bizim öğrenmemiz gereken bunu yapanların asıl amacı ne ve bizi nereden biliyor? " diye sordum. Bunun üzerine düşünmeye başlamışlardı. Bir süre sonra Kerem
" Mesajda tam olarak ne yazıyordu?" diye sordu. Alp hemen dosyayı açıp mesaj metnini Kerem'e gösterdi. Bir süre metne gözleri takılı kaldı. Birden ayaklanarak odada dolaşmaya başladı. Bir yandan da ' tabi ya, neden daha önce aklıma gelmedi' gibi şeyler mırıldanıyordu. Dayanamayıp
" Bir şey mi buldun?" diye sordum. Bize döndüğünde ağzı kulaklarına varıyordu. Biraz kendini toparlayarak sandalyeye oturdu. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
" Bundan yaklaşık yirmi altı sene önce bir tarikat vardı. Onlar için bilgi evrensel güç anlamına geliyordu. Amerikan hükümetini bunun benzeri bir metinle savaşa hazır olmaları konusunda uyarıyorlardı. Başta dikkate alınmadı ancak uyarıdan sadece iki ay sonra Amerika' nın en büyük kütüphanesi ateşe verildi. Bunun üzerine araştırma başlatıldı. Devlet tüm imkânlarını seferber ederek bu tarikatı açığa çıkardı. Aylarca kaçma kovalama yaşandı ve tarikatın en önemli üyeleri öldürüldü. Amerikan ordusunda da çok büyük kayıplar oldu ancak sorun ortadan kaldırılmıştı." Kafam çok karışmıştı.
" Tamam da Amerika'da var olan bir tarikat ve Amerikan hükümeti arasındaki bu sorunun Türkiye'yle veya bizimle ne ilgisi var?" diye sordum.
" Ben de tam ona gelecektim. Bun tarikatın merkez üssü olarak kullandığı yere yapılan baskında bir çok belge elde edildi. Bu tarikat aslında tüm dünyaya terör estirecek planlar hazırlıyormuş. Amerika o dönemin en büyük güçlerinden biriydi ve öncelikle en güçlüyü devre dışı bırakmaya çalışmışlardı. O belgelerin içinde sadece bir dosya açıklanmadı. Bu dosya tehdit olarak görülen ülkelerin listesini içeriyordu ancak özel bir şifreleme yöntemi kullanıldığı için dosyanın ayrıntılarına bir türlü ulaşılamadı."
Bir şeyler yerine oturuyor gibiydi. Masadakilere baktığımda her biri anlatılanları yorumlamaya çalışıyor gibiydi. Gökhan Kerem'e dönerek
" Yani demek istediğin, bu mesajı gönderenler ile Amerika'yı yirmi altı yıl önce birbirine katan bir tarikat arasında bağlantı var. Doğru anlamış mıyım?"
" Evet, aynen öyle. Burada iki ihtimal var. Ya tarikat tamamen ortadan kalkmadı ve tarikatten olan biri oyuna devam ediyor, ya da tarikatın iç işlerini bilen biri başladıkları işi bitirmek istiyor."
" Pekala bunu nasıl anlayacağız?"
"Bunu şu an bilemeyiz. Öğrenmek için Amerika'ya gitmemiz gerekir. Orada bize istediğimiz bilgileri verebilecek dostlarım var."
" Gitmek tehlikeli olmaz mı?" Duyduğum sesle kapıya döndüğümde Okan'ı görmeyi gerçekten de beklemiyordum. Gözlerini masadakilerin üzerinde gezdirdikten sonra bakışları bende kilitli kaldı. Bakışlarında kızgınlık ya da meydan okuma yoktu. Bir şeyleri anlamaya çalışıyor ama anlayamıyor gibiydi. Birden kafasını çevirip masaya doğru ilerledi ve bir sandalye çekip oturdu. Kerem'e dönüp konuşmaya başladı.
" Amerika'ya gitmen tehlikeli olur. Evet orada eğitim gördün istediğin her şeye erişebilirsin ama artık bu ekiptensin ve bu ekibi açığa çıkarabilenler senin de ekibe katıldığını biliyorlardır."
" Doğru söylüyor" diye Okan'a destek çıktı Alp.
"Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordum. Bana dönüp
"Eve gidip uyuyacağız ve sabah Patron'a bulduklarımızdan bahsedeceğiz. Kalanını da sabah düşünürüz." dedi. Gökhan ayağa kalkarak
"O zaman hepinize iyi geceler " dedi ve odadan çıktı. Diğerleri de bir şeyler mırıldanarak dışarı çıktılar. Gözlerini dikmiş ban bakıyordu. Gözleri çok güzeldi. O koyu tonu beni içine çekiyor, her saniye boşluğa adım atıyor hissi uyandırıyordu. Biraz daha bakarsam o boşluk beni içine hapsedebilir, kaybolabilirdim. Zorlukla bakışlarımı ondan çekip masadan kalktım. İçeride kimse kalmamıştı. Tam kapıdan çıkarken duyduğum
" Azra, bir dakika konuşabilir miyiz?" cümlesi olduğum yerde kalmama neden oldu. Yavaşça arkamı döndüm.
"Neden?" Hızlı bir şekilde masadan kalkıp yanıma geldi. Tam karşımda durdu. Aramızda az bir mesafe vardı. Bir adım atsam burnum göğsüne çarpardı. O an farkettiğim tek şey parfümünün benzersiz kokusuydu.
" Bunları söylediğime gerçekten de inanmıyorum. Bak ben üç yıl öncesine kadar CIA de çalışıyordum ve yetkilerim çok fazlaydı. Ekip olmak, yetki sahibi kimseye saygı duymak kesinlikle taviz vermediğim konulardı. Ancak üç yıl sonra böyle bir yerde bulunmak..bilirsin işte. Bir an tekrar eski ekibimde eski konumumda gibi hissettim. Söylediklerim biraz ukalacaydı,.."
" Biraz mı?"
"Tamam, kesinlikle ukalacaydı ve bunun için senden özür dilerim. Senin de söylediğin gibi, ben sadece bir süreliğine buradayım. Bu yüzden birbirimize düşman olmamızın hiç bir anlamı yok."
"Peki"
"Peki?"
"Özrünü kabul ediyorum ve evet haklısın. Kavgalı olmamızın bir anlamı yok. Şimdi gidebilir miyim? Aşırı derecede uykum var da"
"Aah.. Pardon ve..iyi geceler"
"Sana da"
Yuvadan çıkıp, eve gelip, kendimi hangi ara yatağa attığımı bilmiyordum. Son derece şaşkındım. Bay ukala benden özür dilemişti. Sanırım uzun süre şoktan çıkamayacaktım. Bir süre sonra gözlerim kapanmaya başladı. Bugün yeterince yorulmuştum ve yarın çok daha fazla yorulacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gün Batımı
Teen FictionBir insana inanmak ve güvenmek ne kadar zor olabilir? Peki hayata yeni bir başlangıç yapmak? Azra ATEŞ ve Okan KURT. Onlar iki yaralı güvercin. İkisi de kendini iyileştirecek ve tekrar özgür bırakacak kişiyi arıyor. Kader onları bir şekilde bir aray...