Vicdan Özgürlüğü

24 0 0
                                    

İyi niyetlerin, ölçüsüzce yönetildikleri zaman, insanları çok kötü sonuçlara götürdüğü oluyor. Fransa'yı iç savaşlarda bunaltan bugünkü çatışmada tutulacak en iyi, en sağlam yol kuşkusuz ülkenin eski dinini, düzenini sürdüren yoldur. Ama bu yolu tutanlar arasında (çünkü sözünü ettiklerim bu yoldan yararlanıp özel kinlerini boşaltanlar, cimriliklerini doyuranlar, krallara yaranmak isteyenler değil, dinlerine gerçekten bağlı olanlar, yurtlarında barışı, güveni kutsal bir sevgiyle yaşatmak isteyenlerdir), evet bu berikiler arasında diyorum, birçokları var ki tutkuları yüzünden aklın sınırları dışına çıkıyorlar, haksız, hoyratça ve çılgınca davranışlara kapılıyorlar bazen.

Dinimizin yasalarla egemen olmaya başladığı ilk zamanlarda, inanç çabasının birçoklarını her çeşit pagan kitaplarına saldırttığı, bu yüzden aydın kişileri eşsiz hazinelerden yoksun bıraktığı su götürmez. Bence bu kargaşanın bilimlere ve sanatlara verdiği zarar, barbarların çıkardığı bütün yangınlardan daha büyük olmuştur. Cornelius Tacitus iyi bir kanıtıdır bunun; çünkü akrabası olan imparator Tacitus onun kitaplarını özel bir buyrukla bütün kitaplıklara koydurttuğu halde, bizim inancımıza uymayan birkaç cümle yüzünden bu kitapları yoketmek isteyenlerin elinden bir teki bile sağlam kurtulamamıştır.

Şunu yaptılar: Bizden yana olan bütün imparatorlara hiç çekinmeden yalan övgüler buldular, bize karşı olanlarınsa her yaptıklarını toptan lanetlediler dönme adını verdikleri Julianus'a yaptıkları gibi.

Aslında eşine az raslanır çok büyük bir insandı o. Filozofların dedikleri içine iyice işlemiş, bütün eylemlerini onlara uydurmaya çalışmıştı. Gerçekten hiçbir erdem yoktur ki onda pek seçkin örnekleri bulunmasın. İffetten yana (ki bütün hayatı bunu açıkça ortaya koyar) onu İskender'e ve Scipio'ya benzetirler kendisine getirilen çok güzel tutsak kadınlardan hiçbirini görmek bile istemedi, oysa en diri gençlik çağındaydı; çünkü Partlar onu öldürdükleri zaman daha otuz bir yaşındaydı.

Adaletine gelince, çatışanları ayrı ayrı dinlemek zahmetine katlanırdı; üstelik karşısına çıkanların hangi dinden olduklarını merak edip sorar, ama bizim dinimizden olanlara karşı duyduğu hasımlık adalet terazisinde hiç de ağır basmazdı.

Kendiliğinden birçok iyi yasalar koydu ve öncekilerin aldığı baçların, vergilerin çoğunu kaldırdı.

Yaptıklarını gözleriyle görmüş iki iyi tarihçi var. Bunlardan biri, Marcellinius, tarihinin birçok yerlerinde Julianus'un Hıristiyan edebiyatçı ve gramercilerin okul ve öğretimlerini yasaklamasını kınar ve bu yaptığının dile düşmeyip unutulmasını dilediğini söyler.

Bizimkilere karşı daha kötü şeyler yapmış olsaydı, bize sevgisi olan bu tarihçi onları da yazmayı unutmazdı elbet. Bu imparator bizlere karşı sertti doğrusu, ama zalimce düşman değildi. Şu hikayeyi bizimkilerin kendileri anlatır: Julianus bir gün, Galkedonya kenti çevresinde dolaşırken, oranın piskoposu gözleri kör Marius'a: İsa'ya hıyanet eden kötü insan; demek cüretinde bulunmuş, buna karşı İmparator yalnızca: Git, zavallı adam, git, yitirdiğin gözlerine ağla, demekle yetinmiş, Piskopos da buna şu karşılığı vermiş: İsa'ya şükrediyorum, senin hayasız yüzünü görmemem için gözlerimi kör etti. Derler ki filozofça bir sabır gösterisi yapıyormuş bunu söylerken. Ne denirse densin, bu olay onun bizlere ettiği söylenen zulümlere ömek gösterilmez pek. Öteki tanık tarihçimiz Eutropius: Hıristiyanlığın düşmanı, ama hiç kan akıtmayan bir düşmanıydı, der. Adaleti üstüne şunu da söyleyebiliriz ki, gösterdiği bütün sertlik olsa olsa, imparatorluğunun başlangıcında kendinden önceki imparator Konstantin'in yolunda gidenlere karşı olmuştur. Tok gözlülüğüne gelince, herhangi bir asker gibi yaşamış ömrü boyunca; barış zamanında savaşın yoksulluklarına alışmak ister gibi beslemiş kendisini.

Öylesine uyanık kalmış ki her zaman, üçe dörde böldüğü gecenin en azıymış uykuya verdiği; üst yanını kendi gözüyle ordusunu ve bekçilerini görmeye ya da okumaya vermiş.

Bütün değerleri arasında her türlü edebiyattan anlayışı başta gelir. Derler ki, Büyük İskender yattığı zaman, uyku düşünmesine, okumasına engel olmasın diye yatağının yanına bir leğen koydurur ve bir bakır top tutarmış yatak dışına uzanan elinde; uyku bastırdı mı top parmaklarından leğene düşecek, o da gürültüden uyanacak. Julianus istediğini öyle gergin bir ruhla isterdi ki, şaşılası perhizciliği dolayısıyla da başı o kadar az dumanlanırdı ki, uyumamak için böyle yollara başvurmak gereğini duymazdı.

Askerlik bilgisine gelince, bir büyük komutanın bütün yetkileri vardı onda. Zaten bütün ömrü savaşlarda geçti, en çok da Fransa'da Almanlar ve Franklarla savaştı.

Tarihte ondan çok serüvenleri olmuş, kendini ondan daha çok gösterme fırsatı bulmuş adam azdır.

Ölümü Epaminondas'ınkine benzer: Bir okla vurulur, oku kendi eliyle çıkarmaya çalışır ve çıkaracakken eli kesilip tutamaz olur. O halinde, askerlerini coşturmak için kapışma yerine götürülmesini ister askerleri savaşı yiğitçe onsuz sürdürürler, gece iki orduyu ayırıncaya kadar. Felsefe ona hayatı ve insan durumlarını küçümsemeyi öğretmişti. Ruhların ölmezliğine de sağlam bir inancı vardı. Din konusunda, tutumu toptan bozuktu. Bizim dinimizi bıraktığı için dönme demişler kendisine; oysa benim aklıma daha yakın gelen, Hıristiyanlığı zaten içtenlikle benimsememiş, yasaların hatırı için ve imparatorluğu avucuna alıncaya kadar benimser görünmüş olmasıdır. Kendi dininde öylesine kör inançları vardı ki, çağında kendi dindaşları bile alay ediyorlardı onunla: Partları yenseydi kurban kesmekten öküzlerin neslini kuruturdu, diyorlardı. Kahinlik bilgisine de kaptırmış kendini. Her çeşit fal belirtilerine önem veriyormuş. Ölürken tanrılara şükretmiş kendisini habersiz öldürmek istemediler, öleceği yeri ve saati çok önceden bildirdiler, onu şanı onuru içinde yiğitçe ölmeye değer gördüler diye. Marcus Brutus gibi o da önce Galya'da, sonra İran'da ölümüne yakın garip görüntülerle karşılaşmıştı.

Vurulduğu zaman sözde: Beni yendin, Nazaretli (İsa), ya da: Gözün aydın, Nazaretli, demişmiş. Demiş olsaydı, orduda yanında bulunmuş, ölümü sırasında her yaptığını, her söylediğini izlemiş olan benim tanık tarihçiler unutmazdı bunu ve buna benzer başka uydurmaları.

Asıl konumuza dönelim: Marcellinus der ki, o içinden hep pagandı, ama askerlerinin çoğu Hıristiyan olduğu için açığa vurmuyordu bunu. Sonunda kendini yeterince güçlü bulunca tanrıların tapınaklarını açtırdı ve putlara tapılması için elinden geleni yaptı. Yaptıklarından biri de şu oldu: Konstantinopolis'de Hıristiyan kilisesinin başındakiler arasında çatışmalar yüzünden halkın birbirinden koptuğunu görünce sarayına çağırdı onları, halkı birbirine düşürmelerine çattı, buna son vermelerini, herkesin kendi inancına korkusuzca bağlı kalabilmesi gerektiğini söyledi. Titizlikle istediği bu vicdan özgürlüğünün ayrılmaları, bölünmeleri daha artıracağını ve böylece halkın kendisine karşı birlik olmasını önleyeceğini umuyordu; çünkü kimi Hıristiyanların zalimliğini görerek dünyada insana insan kadar kötülük edebilecek hiçbir hayvan olmadığını anlamıştı.

Söylemek istediği buydu aşağı yukarı. İşin düşündürücü yanı şudur ki; İmparator Julianus'un halk arasında anlaşmazlığı körüklemek için başvurduğu vicdan özgürlüğünü bizim krallarımız iç savaşı söndürmekte kullanıyorlar şimdi. Bir bakıma denebilir ki, tarafları inançlarını sürdürmekte serbest bırakmak, ayrılığı yaymak geliştirmek, hiçbir sınırla, yasa engeliyle dizginlenmediği için büsbütün artırmak olur. Bir bakıma da denebilir ki tarafları inançlarını yürütmekte alabildiğine serbest bırakırsak, kolaylık ve rahatlık onları yumuşatır, gevşetir azlığın, yeniliğin, zorunluğun sivrilttiği dürtü körletilmiş olur. Ama ben, krallarımızın dindarlık onuruna saygıyla, daha çok şuna inanıyorum ki, istediklerini yapmadıkları için, yapabildiklerini ister göründüler. (Kitap 2, bölüm 20)

Ben derim ki erkekler ve dişiler aynı kalıptan çıkmadır eğitim ve gelenekler dışında, büyük bir ayrılık yoktur aralarında. (Kitap 3, bölüm 5)

DenemelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin