"ben senin amına koyayım kardeşim. çocuk yönelimini bile unuttu nasıl korktuysa artık, düşün. ve sen gidip çocuğu öpmeye kalkmışsın. az bile yapmış. ben olsam tokat atmak yerine orada sikerdim seni."
sinirli sinirli konuşan draken'e baktım ve son cümlesine gülmeden edemedim. "olur aslında." dedim. bana dik dik bakınca da gülerek ekledim. "yani sikecek olan takemichi olsaydı..." eline gelen ilk şeyi, emma'nın oyuncak bebeğini bana fırlattı. bebeğin sert kafası kafama çarptığında sinirli sinirli ona baktım. o da sabır dileyerek çıktı odadan.
ondan sonra da emma geldi. tıpkı sevgilisi gibi iki saat nutuk çekti. takemichi'yi ürküttüğümü söyleyip kızdı bana. bense onu pek dinlemiyor, takemichi'nin nefes nefese kalmış halini düşünüyordum. fazla heyecanlanmıştı. yanağıma o kadar sert geçirmişti ki o heyecanla, yere düşmekten son anda kurtulmuştum. yanağım hâlâ sızlıyordu bu arada...
emma onu dinlemediğim için sinirlendi ve odasından kovdu beni. kendi odama geçtiğimde yaptığım ilk şey çalışma masamın altındaki kutuyu çekip çıkarmak oldu. takemichi'den hoşlandığımı fark ettiğimde onunla alakalı şeylerle doldurmaya başlamıştım bu ayakkabı kutusunu. birkaç fotoğrafımız ve takemichi'ye ait birkaç takı vardı kutuda. takılarının kaybolmasından şikayetçiydi hep. muhtemelen biliyordu benim onları aldığımı ama kızmıyordu hiç. bana kızamıyordu...
o fotoğrafı bulduğumda buruk bir tebessüm meydana geldi suratımda. takemichi'yi gülüşlerinden öpmek yapmayı en sevdiğim şeylerden biriydi. genelde bana gülerdi ve ben de susması için öperim onu. daha fazla gülerdi o da, daha fazla...
gülüşü en sevdiğim aksesuarıydı. taktığı hiçbir küpe ya da kolye gülüşünden daha çok yakışmazdı ona. bilirdi o da, gülüşünü çok sevdiğimi. yanımda bir an bile gülümsemeden duramazdı bu yüzden. benim yanımdayken surat asmanın imkansız olduğunu söylerdi bir de. baji de ona takılır, benim gerçekte ne kadar sevimsiz olduğumu anlatırdı. bu da güldürürdü takemichi'yi.
ayağa kalktım. takemichi'de olmayan fotoğraflardan birini cebime sıkıştırıp odadan çıktım. emma ve draken nereye gittiğimi sormadılar. biliyorlardı muhtemelen. benim takemichi dışında gidecek kimsem yoktu çünkü birkaç yıldır.
motorumla evlerinin önüne kadar gelip durdum ve anahtarı cebime atıp bahçenin arka tarafına ilerledim.
perdeleri kapalı ama ışığı acıktı. derin bir nefes aldıktan sonra camı tıklattım. birtakım sesler duyuldu. perde hareket etti. takemichi şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı ve sonra da pencereyi açtı.
"mikey-kun?"
kocaman gülümsedim. "ne haber?"
"unuttuğum konuları tekrar ediyordum..." diye mırıldandı.
"iyi ki gelmişim o zaman. ben sana yardım ederim." ayakkabılarımı hızla çıkarıp bedenimi içeri aldım. geri çekilmek zorunda kalmıştı o da. "ne çalışıyordun?"
"tarih. tarihte iyi misindir?"
"sayılır. hadi birlikte çalışalım."
takemichi hiçbir şeyi bilmeyen hali ile bile benden daha çok şey biliyordu. bununla alay etmesine izin verdim. istediğim tam olarak buydu işte. bana gülsün istiyordum. sadece bana.
"mikey-kun," kaşlarımı kaldırıp ona baktım. elimle kalem çevirmeyi kestim. "sabah sana vurduğum için çok üzgünüm. aniden oldu gerçekten..."
güldüm. "sorun yok." dedim. "asıl ben özür dilerim."
"sen gittikten sonra ben odayı biraz karıştırdım. kitapların neredeyse tamamında seninle çekildiğimiz fotoğraflar var. kitaplar senin ve benim birer albümümüz sanki."
"göstersene." dedim ilgiyle. "bende pek fotoğrafımız yok."
dediğimi yapıp kitapların arasındaki tüm fotoğrafları aldı ve yanıma döndü. elliyi aşkın fotoğraf vardı.
ellerinden aldığım fotoğrafların her birine dikkatle bakmaya başladım. "lunapark. ilk randevumuz." gülerek elimdeki bir fotoğrafı ona uzattım. birbirimizden birazcık uzak durmuş ve mesafeli bir poz vermiştik. "ikimiz de o kadar gergindik ki..."
"biz ne zamandan beri çıkıyoruz?" diye sordu. o esnada elimdeki bir fotoğrafa bakıyordum.
"lisenin ilk yılından beri." dedim. "teklifi yapan bendim." elimdeki bir fotoğrafı daha uzattım ona. ikimizin de sırılsıklam olduğu bir fotoğraftı.
"burada ne oldu?" diye sordu halimize gülerken.
"dans ettik." kaşlarını kaldırıp meraklı gözlerle bana baktı. merakını gidermek için devam ettim konuşmaya. "yağmurlu havaları seviyorsun, benim aksime. ben nefret ederim. ama o kadar çok ısrar ettin ki o gün kıramadım seni. bizim evin sokağına çıkıp deliler gibi dans ettik yağmurun altında. sonra ikimiz de feci şekilde hasta olduk tabii. bir hafta yataktan çıkamadın sen. emma ikimizi de çok fena azarlamıştı."
kıkırdadı. "dans ettik ha?" hayran hayran resme baktı. "sevdiğim kişiyle yağmurun altında dans etmek isterdim hep."
başımı salladım. tekrar elimdeki resimlere dönmüştüm. "biliyorum." dedim. "bunu daha önce de söylemiştin."
başka bir fotoğrafı ona uzatacakken suratının düştüğünü fark ettim. ben ne oldu diye soramadan o konuşmaya başladı. "benim için çok değerliymişsin, çok belli. ve ben seni unutmuşum. bu hiç adil değil. herkesi unutmalıydım ama seni değil."
"senin suçun değil." dedim buruk bir tebessümle. yanağına uzanıp gözünün hemen altındaki yara izini öptüm. irkildi. geri çekildiğimde gülümsüyordum. "merak etme, en kısa zamanda hatırlayacaksın. bana tekrardan aşık olmanı sağlayacağım. söz veriyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mesafe... # takemikey
Fanfiction❝draken bir şeylerden bahsetti. benden uzak durmanın sebebi beni korumak istemenmiş.❞ uzun süre sessiz kaldı. ❝buraya sadece yönteminin berbat olduğunu söylemek için geldim. beni, koruyabileceğin en berbat biçimde koruyorsun.❞