Sessiz adımlarla eve doğru yürüyordum. Hafif rüzgarın esintisi yüzümün her noktasını kaplamıştı. İlkbaharın habercisi olan beyaz çiçekler sahil boyunca tüm güzelliğiyle devam ediyordu. Kıyıya vuran dalgaların sesi köpeklerin sesine karışıyor, kulaklarımda huzur dolu bir melodiye dönüşüyordu. Sahilde yürümeyi her zaman sevmiştim. Bu bana huzur veriyordu. Etrafımdaki insanları inceler ve daha önce kimseyi otururken görmediğim banka gelince oturup gökyüzüyle denizin mükemmel uyumunu izlerdim. Bana en çok huzuru veren yerdir burası. Yarım saat oturduktan sonra kalkarak eve doğru yürürüm.
Bugün de o günlerden biriydi. Sahilde uzun bir yürüyüşten sonra evin önüne geldiğimde hava tamamen kararmıştı. 3 farklı anahtarı denedikten sonra nihayet kapı açıldı ve kendimi zar zor eve attım. Bugün üzerimde anlam veremediğim bir huzursuzluk vardı. Bir şeyler atıştırıp odama çekildim. Evde her zamanki gibi yüksek seste çizgi film açıktı. Annem ve babam aynı iş yerinde çalışıyorlardı ve eve genelde saat 9'da gelirlerdi. Bulut benden önce gelir ve ben gelene kadar ona Sevgi abla bakardı. Bulut benim erkek kardeşim ve benden 7 yaş küçüktür. Her kardeş gibi o da beni sinir etmek için yaratılmış olmalı. Sevgi abla Bulut'a bakmak dışında evin işlerini de yapardı. Onu her zaman çok severdim.
Üzerimi değiştirdim ve kitabımı alarak yatağıma uzandım. Uzunca bir süre sonra gözlerim aralanmaya başladı ve kendimi uykunun kollarına bıraktım. Aradan ne kadar süre geçti bilemiyorum, annem kitabımı masama bırakarak üstümü örttü. Karanlık odada hafif aralık gözlerimle ona doğru baktım. "İyi uykular meleğim" diyerek odadan çıktı.
Sabah mutlu bir şekilde uyanmıştım. Gördüğüm bir rüyadan olsa gerek yüzümde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Yüzümü yıkayıp kıyafetlerimi giydim ve mutfağa yöneldim. Bulut kahvaltısını ediyor, aynı zamanda televizyon izliyordu. Sevgi abla "Günaydın güzelim." diyerek hafifçe gülümsedi. Bu onun konuşma şekliydi. Sürekli güzelim, hayatım, canım gibi sevgi sözcükleriyle konuşurdu. Her zaman içtendi ve yüzünde insana huzur veren bir gülümseme vardı. Ben de neşeli neşeli "Günaydın" dedim ve masaya oturdum. Bulut her zamanki gibi yemeğini yememek konusunda nutuk çekiyordu. Telefonu elime aldım, fotoğraflara bakarken birden saatin 9 olduğunu fark ettim ve kapıya doğru koşarak köşeye atılmış çantamı kaptım. "Ben çıkıyorum" diye bağırdım ki zaten bunu fark etmiş oldukları her hallerinden belliydi. Merdivenleri ikişer üçer indim ve hızlı adımlarla sitenin çıkış kapısına yöneldim. Servis yine beni bekliyordu. Benim onu beklediğim gün sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadardır. Dakiklik konusunda kendimi biraz geliştirmem gerekiyor sanırım. Servise bindiğimde yine neşeli tonlarda "Günaydın" dedim. Bu serviste neden kimse selam vermesini bilmiyordu? Sanırım serviste bunu yapan tek kişi bendim ve cevap alamamama rağmen bunu her gün azimle söylüyordum.
Bulutların arasından yükselen, arkadaşlarım arasında "karşıki dağlar" diye adlandırdığımız dağları seyrederken "Evet Ceyda, bu soruyu sen cevaplamak ister misin?" sorusuyla derste olduğumu hatırladım. Tarih derslerinde öğretmenden sürekli bu soruyu duyuyordum. En sevmediğim ders olduğu için genellikle dersi dinlemeyip dışarıyı izlerdim. Kendimi toparlayarak bakışlarımı öğretmene yönelttim. "Sanırım hayır" diye karşılık verdim.
Dersin sonlarına doğru sınıfa biri girdi. Onu daha önce okulda gördüğümü hiç sanmıyordum. "Ben yeni öğrenciyim" diyerek sınıfa adım attı. Herkesin gözleri ona çevrilmişti bu şekilde konuşabilmenin ne kadar zor olduğunu bilirdim. Gözleri bir an sınıfa döndü ama fark edilemeyecek kadar kısa bir bakıştı. Yüzünü görebildiğim kadarıyla minik bir burnu, mavi gözleri ve hafifçe büyük dudakları vardı. Kıvırcık saçlarının bir kısmı yüzünü örtecek şekilde önüne düşüyordu. Genel olarak umursamaz bir hali vardı. Hocayla biraz konuştuktan sonra boş olan tek yere, önümdeki sıraya oturdu. Dersin sonuna kadar sınıfı seyretti ve tek kelime konuşmadı. Teneffüste birçok kişi onunla konuşmaya çalıştıysa da hepsini kısa cevaplarla geçiştirdi. Kızlar bu çocukla fazla ilgilenmişlerdi. Ona bakarak sırıtmaları, sürekli yanına gelmeleri beni bile rahatsız edecek durumdaydı. Kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Resmen hiçbir şeye kahkaha atıyordum. Hafifçe arkasına döndü ve göz göze geldik. Hızlı bir hareketle gülmeyi keserek başımı çevirdim. En kötü özelliğimdi bu, asla biriyle göz teması kuramazdım. Peki sonsuza kadar bu böyle mi olacaktı?