HR 5

124 4 10
                                    

                                                                           V   

Hemen tekrar telefona yöneldim. Sinirden gözlerim dolmuştu. Hızla ‘menü’ butonuna basıp sonradan ‘mesajlara’ ve ardından ‘gelen kutusu’ butonuna bastım. Kahretsin! Bay Mathers’dan anneme gelen bir sürü mesaj vardı. Annem bunu babama nasıl yapardı? Hem de Bay Mathers’la? Peki ya Bay Mathers? O kendisine bu kadar değer veren bir öğrencisinin yuvasını nasıl yıkmaya kalkışırdı? Buna inanamıyordum. Lütfen! Lütfen rüyada olayım Tanrım! Diye yalvarsam da tüm bunların gerçek olduğunu da adım gibi emindim.

 Annemin telefonundan Bay Mathers’ın gönderdiği ilk mesajdan itibaren bütün mesajları okumaya karar vermiştim. İlk mesaj Perşembe günü gelmişti, yani benim bayıldığım gün. Saat 15.30 ‘da gelmişti. Biz o sırada Bay Mathers’la birlikteydik. Gittikçe annemden de Bay Mathers’dan da soğumaya başlamıştım. Tam mesajı açacakken aşağıdan annemin sesi geldi;

 “Lizzy! Hadi tatlım, yemek hazır. Herkes seni bekliyor.”

 “Herkes mi? Ablamlar, Mina ve Jack geldiler mi okuldan?”

 “Evet, tatlım, sen iyi misin?”

 Ne zaman gelmişlerdi ki bunlar? Hiç seslerini duymamıştım. O kadar kızgın ve kendimden geçmiş bir haldeydim ki. Uzandığım yataktan doğrulup saate baktım. Oh! Saat 16.35 ‘ti. Tanrım, zaman ne çabuk geçiyordu.

 “Evet, evet iyiyim. Hemen geliyorum.”

 Yataktan kalkıp bilgisayarı kapattım. Telefonu yatağımın üzerinde bıraktım, gece bana bütün mesajları okumak için lazım olacaktı. Umarım annem telefonun yokluğunu fark etmez diye içimden geçirirken aşağı indim. Kardeşlerimin hepsi sofradan kıkır kıkır gülüşüyorlardı bana alay edercesine bakarak. Sanırım bu kıkırdamalar attıkları mesajlardan dolayıydı. Fakat ben çok kızgın ve üzgündüm. Tepki vermedim hiç birine. Hemen geçip masaya asık bir suratla oturdum. Annesi tarafından terk edilmiş küçük bir bebek gibiydim aynı. Bir nevi öyleydim de zaten. Sadece bebek değildim. Ama hiç şüphesiz bebek gibi hissediyordum.

   Annem kendisi sayesinde alt-üst olan ruh halimi anlamış olacak ki;

 “Liz, iyi misin tatlım?” diye bir soru yöneltti bana sanki hiçbir şey yokmuş gibi. Hiçbir halt yememiş gibi, Bay Mathers’la. Benim –bir zamanlar- en sevdiğim öğretmen, en sevdiğim adamla. Dönüp bıçak gibi keskin bir bakış fırlattım ve sadece;

 “İyiyim!” dedim.

 “Oh, pekâlâ. İyi ol tatlım. Zaten bizim ve Bay Mathers’ın istediği bu ya.” Dedi, biraz önceki sert cevabıma aldırmayıp gülümseyerek.

 Cevap vermemiştim. Elimi çenemin altına koymuş, dirseğimi de önümde ki masaya yaslamış bir vaziyette elimdeki çatalla yemek tabağımı karıştırmaya başlamıştım. Hiçbir şey yiyesim yoktu. Şuanda tek düşündüğüm Bay Mathers’ın ve benim biricik(!) annemin yıkmaya çalıştıkları yuvamızdı. Annem babamı bırakıp o Bay Mathers denen adamın yanına gider, O’nunla evlenirse babam ne yapardı? Biz ne yapardık, ben ne yapardım? Jack, O ne yapardı Tanrı aşkına? Peki, ya Bay Mathers. O ne yapardı, benim yüzüme nasıl bakardı acaba bir daha? O’ndan da annemden de nefret ediyordum artık. İkisi de sonsuza kadar güveneceğim insanlardı. Lanet olsun, onlarda mı, onlarda mı!?

 Birden fark etmeden masaya sertçe vurduğum çatalın sesiyle irkilmiştim. Kendimden geçmiştim. Çok sinirliydim. Sofradaki herkes yemeyi bırakmış, şaşkınca bana bakıyordu. Babam, annem, Angel, Amy, Mina ve Jack. Hepsi ‘Tanrı aşkına! Neler oluyor Liz?’ diye sorarcasına bana bakıyorlardı. Sonunda annem;

Her Şeye RağmenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin