HR 10

70 1 0
                                    

                                                                                            X

“Ben hastayım. Seninle aynı kaderi paylaşıyoruz. MS hastasıyım.”

 Ayşe iki gözünü de kocaman açmış, son derece şaşkın bir şekilde beni dinliyordu. Bense bu şaşkınlığa hiç aldırmadan gayet soğukkanlı bir tavırla ve ciddiyetle anlatmaya devam ediyordum.

 “Bu hastalık yüzünden başıma bir sürü iş geldi. Matematik dersindeyken düşmemin sebebi bu hastalıktı. Yürüyememiştim. –Bir bebek gibi..- Yürüyemememin, adım atamamamın nedenini sen bilirsin zaten, bu yüzden açıklamıyorum.

 Servisteyken Ben’le tartışmıştım, hatırlarsın belki. İndikten sonra eve girmek için kapıyı açmaya çalıştığımda açamamıştım. Anahtarı kapı deliğine yerleştirememiştim. Ellerim engel olmuştu buna. Yani senin anlayacağın dilde o koordinat bozukluğu denen lanet şeyi yaşamıştım. Sinirlenip eve gitmedim. Yürüdüm. Nereye gittiğimi bilmez bir şekilde yürüdüm. Bir uçurumun önüne gelmiştim sonunda. Atlayacaktım oradan fakat tam son adımımı da atacakken yine koordinat bozukluğu yaşadım ve adım atamadım. Dolayısıyla atlayamadım. Olduğum yere yığılıp ağlamaya, isyanlar etmeye başladım. Ben bunları yaparken Ben hepsini görmüş, servisten indiğimden beri O’da inip beni takip etmiş. Yani hastalığımı öğrenmiş. Biraz önce aşağıda da benimle alay etti. Hastalığımı herkese duyurdu. Kendine göre serviste yediği yumruğun öcünü aldı sanırım.”

 Çok konuştuğum için susup derin bir ‘oh’ çekmiştim. Sonra başımı eğdim. İşte! Her şeyi anlatmıştım. Ayşe’de biliyordu artık. Gözleri dolmuştu ve bana sadece bakıyordu. Hiçbir şey söylemiyor, konuşmuyordu. Sadece bakıyordu.

 O an gözleri bana o kadar çok şey söylemişti ki.. Beni inanılmaz derecede sevmeye başladığını, birlikte bu hastalığı alt edebileceğimizi, ama aynı zamanda ne kadar da çaresiz olduğumuzu, belki de Tanrı’ya dua etmekten başka yapabileceğimiz bir şeyin olmadığını, ya da çok karışık duygular içinde olduğunu ve benim de aynı şekilde olduğumu çok iyi bildiğini söyleyen bir bakış vardı gülünce gamzesinin güzelliğini gösteren yüzünde.. Ve aynı zaman da yanan bir ocak kadar sıcak bir bakıştı hiç şüphesiz. Yeni doğmuş, günahsız bir bebeğin verdiği güveni veren bir bakıştı. Özel olarak çizilmiş gibi duran kaşlarının altında ki çekik, kahverengi, insanın kalp atışını hızlandıracak kadar güzel olan gözlerinin derinliklerinden ‘ölümümüzün bu hastalık yüzünden olmayacağı’ sesi geliyordu adeta. Evet, inanılmaz derecede çaresiz ama bir o kadar da güven verip rahatlatan bir bakış takınmıştı beyaz yüzünde.

 O’na artık göz ucuyla bakmayı bırakmış kafamı kaldırmıştım. Bende O’na aynı şeyleri söylemek istercesine bir bakış fırlattım. O’nun kadar güzel görünmediğimi adım gibi biliyor olsam da fırlattığım bakışın içindeki buzla kalbini, içini yakan ateşi erittiğimden emindim.

 Uzun süre dudaklarımızdan tek bir kelime çıkmamıştı. Gözlerimiz konuşmuş durmuştu. En sonunda gözlerimiz de susmuştu. Artık boş bakışlar fırlatıyorduk birbirimizde. Artık dudaklarımızın hareket edip gözlerimizin söylediklerini onaylaması gerekiyordu. Gözlerimizin söyledikleri şimdi dudaklarımızdan usulca dökülmeliydi. Bu iş tatlıya bağlanmalıydı.

 “Evet, bu kadar.. Söyleyeceklerim bu kadar. Umarım artık her şeyi anlıyorsundur.” Demiş olmama rağmen Ayşe bana hâlâ bakmakla yetinmişti sadece. Sanırım O’nun dudağında henüz hareket edebilecek güç yoktu. Konuşamamış, boğazı düğümlenmişti. Yüzünün şekli bunu bana bağır çağır söylüyordu. Ama artık konuşup içimi rahatlatması gerekiyordu. Beni en iyi anlayabilecek bir insan tarafından teselliye ihtiyacım vardı. İçimde yanan bu ateşi soğukkanlılığıyla söndürebilecek bir insan vardı, evet. Tam karşımda duruyor, bana bakıyordu sadece. Ama henüz buna hazır görünmüyordu. İçindeki alevi söndürmeye hazır değildi. Ama bende çok sabırsızdım. Artık bu kadar bekleyip susmanın hiçbir anlamı yoktu. Hem eminim ki O’nun da teselliye, rahatlatılmaya çok ihtiyacı vardı. O’nun da içindeki ateşin söndürülmesi gerekiyordu. Yoksa O’nun canını alacak olan bu hastalık değil o ateş olacaktı. Benim de aynı şekilde.  Evet, artık susmanın bir anlamı yoktu. Hiçbir anlamı yoktu.   

Her Şeye RağmenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin