HR 2

205 9 2
                                    

                                                                          II  

Bu parka bayılıyordum. Belki Londra’da en çok sevdiğim parktı. İçinde koskocaman, yemyeşil ağaçlar, Thames Nehri manzarası, ağaçların arasından ısrarla ‘bende buradayım, beni görmeyi kaçırma!’ dercesine,  yarım yamalak görünen, muhteşem bir şekilde inşa edilmiş Buckingham Sarayı, ağaçların göle yansıması.. Her şeyiyle mükemmeldi. Koskocamandı.. ‘Keşke o lanet hapishanede geçirdiğim güzelim zamanlarımı burada yeşilliklere uzanarak geçirebilseydim..’ diye içimden geçirirken Bay Mathers ‘hadi inelim artık şu arabadan da parkın tadını çıkaralım.’ Dedi.

 “Harika bir fikir.”

 Hızla kapıyı açıp arabadan indim ve arabadan inmiş olan Bay Mathers’ın yanına geçtim. Parkın içinde biraz ilerledikten sonra yanımda bulunan mükemmel adam;

 “Ee? Ne yapalım şimdi?” diye sordu.

 “Bilmem. Beni çağıran sizsiniz Bay Mathers. Siz ne yapmak isterseniz benim için uygundur. Memnuniyetle kabul ederim. “

 “Hmm.. Demek öyle. O halde önce INN THE PARK ‘da bir şeyler içelim sonra da gölün kenarındaki yeşilliklere uzanıp hem manzaranın tadını çıkaralım hem de sohbet edelim. Ne dersin?”

 “Mükemmel bir fikir. Gidelim o halde. ”

 Kafeye yaklaştığımızda birden başıma tuhaf bir ağrı girdi ve dönmeye başladı. Her yer dönmeye başlamıştı sanki.. Her şey gözüme ikişer ikişer görünmeye başlamıştı bir anda. Tam sağ ayağım sol ayağıma takılmış düşecekken Bay Mathers beni kolumdan tuttu.

 “Hop! İyi misin Elizabeth?”

 “Ah. Evet. Sadece birden başım döndü nedense. Tuhaf hissediyorum Bay Mathers. Çok halsiz hissediyorum. Ayaklarım karıncalanıyor ve yürümemi zorlaştırıyor.”

 “Kafeye az kaldı. Yürüyemeyeceksen seni kucağıma alıp oraya kadar götürebilirim.” Dedi Bay Mathers büyük bir telaşla.

 Gülümsedim. Şaşırmıştım. Dönüp, bir süre öğretmenimin gözlerine baktım gülümseyerek. Göz rengi yine her şeyi unutmama sebep olmuştu.

 “Teşekkür ederim Bay Mathers. Telaşlanmanıza gerek yok. Sanırım oraya kadar yürüyebilirim.”

Gülerek karşılık verdi. Rahatladığı her halinden belliydi.

 “Peki hanım efendi, en azından kolunuzdan tutmama izin verinde önlem almış olalım?”

 “Ah tabi. Kolumdan tutabilirsiniz.”

 Sonunda INN PARK ‘a ulaşmıştık. Yürüdüğüm yaklaşık 30 metrelik yol bana asırlık yol gibi gelmişti. Sebebi başımın dönmesi, halsiz hissetmem değil, Bay Mathers’ın koluma girmiş olmasıydı. O gayet normal görünüyordu ama ne bileyim.. Benim için tuhaf bir duyguydu. Sonuçta insanlar yargısız infaza bayılırlardı. Okuldan birisi bu halimizi görse Tanrı bilir neler uydurup yayardı etrafa. Bu nedenden dolayı pek rahat değildim. Bu yüzden de 30 metrelik yol asırlık yol gibi gelmişti işte.

 Hemen Kafeye girip masaya oturttu beni Bay Mathers. Sonra kendisi de karşıma geçip oturdu.

 Kafe harika dizayn edilmişti. İçi koskocamandı. Bir kafeden çok bir restaurantı andırıyordu. Yeşil kocaman ağaçların içinde kalmıştı. İçerde yiyip içmektense dışarıda dizilen masalarda yiyip içmek insana daha çok huzur verir gibi görünüyordu. Öyleydi de hiç şüphesiz. Bay Mathers’ da zaten dışarıda oturmayı tercih etmişti.

Her Şeye RağmenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin