06.09.2003
Gözyaşlarını akıtmak üzere olan bulutlar her zamankinden farklıydı sanki. Bugün daha başkaydılar, daha siyahtılar. Çok kasvetliydiler. Bir şimşek çaktı ve ardından akıtmaya başladı bulutlar gözyaşlarını. Ne yazık ki bugün tek gözyaşlarını akıtacak şey bulutlar değildi. Bugün doğum günüydü, onun doğduğu gündü. Aynı zamanda da terk edildiği gündü. Daha yeni doğmuş olan bir kız çocuğuydu o ve annesi babası onu doğduğu gün hastane odasında terk ettiler. İnsan nasıl olur da kendi canından bir parçayı böylece bırakıp gidebilirdi? Aslında gidemezdi, gitmemeliydi.
Saatlerce ağladı o küçük kız çocuğu ama onu kucağına alıp susturan bir annesi ya da babası yoktu ve bundan sonra da olmayacaktı. Bebeği kontrol etmek için odaya gelen hemşire odada bebek dışında kimseyi göremedi. Aldı kucağına ve ona ninni söylemeye başladı. Bebek bir süre sonra sustu ve uyudu. Orada o bebeğin yanında saatlerce bekledi belki onu bırakan bu insafsızlar geri döner diye ama kimse gelmedi. Ona aşk dolu gözlerle bakıyordu hep bir kız evladı olsun istiyordu. O bebeği hastane odasında birkaç günden fazla bekletemeyeceğini biliyordu ve eğer o çocuğun ailesinin onu bıraktığı öğrenilirse onu direkt yetiştirme yurduna götüreceklerini de biliyordu. Ona kıyamadı. Evet kendi de daha cok gençti 21 yaşındaydı ama kendine güvenmişti ona iyi bir anne olabileceğini düşündü. Aldı bebeği çıktı hastaneden ve evine götürdü. Evet çok büyük bir sorumluluk almıştı ve bunun farkındaydı ama o mavi gözlere tutulmuştu resmen. Eve geldi ve onu kendi yatağına yatırdı oradan düşmesin diye yastıklarda yatağın çevresini kapattı. Daha sonra oturdu ve uyurken onu izlemeye başladı. O çok masumdu ve bunu haketmemişti. Doğduğu gün terk edilmeyi haketmemişti. Belli mi olur belki de böylesi ikisi için de daha iyi olacaktı. Umarız da öyle olurdu.
Saatlerce orada o küçük kızı izledi. O ellerini, o yüzünü, o masumiyetini izliyordu ve ona hayrandı resmen. Onu izlerken dışarıdan bir şimşek sesi yükseldi ve küçük kız ağlamaya başladı. Tıpkı bir anne gibi ağlayan kızı kucağına alıp sallamaya başladı. O an aklına gelmişti. Ve ona aşkla bakarken:
"Seni bana bu yağmur getirdi. Bu yağmurlu günde buldum seni. Sana her seslendiğimde bu günü hatırlamak istiyorum Yağmur'um. Senin adın da Yağmur olsun." dedi.
O günden sonra Yağmur ona bir evlat, o da Yağmur'a anne olacaktı. Birbirlerinin eksik parçalarını kapatacaklardı. Arkadaş gibi büyüyeceklerdi. Birbirlerinden hiçbir şey saklamayacaklardı. Birbirlerinin her şeyi olacaklardı. Birbirlerinden başka kimseleri yoktu çünkü.
Ailesini tarafından doğduğu gün terkedilip bir enkazın altında kalan küçük bir kız çocuğunu o enkazın altından çıkaran, ona bir el uzatıp hayatını yaşaması için ona şans tanıyan birisi vardı. Ve o hayatı beraber yaşayacaklardı. Kendilerinin yokluğu dışında onları hiçbir şey enkazın altına alamazdı bu saatten sonra. O sarsıntıyı bir kere yaşamıştı Yağmur ve bir daha da yaşayamazdı bunun için elinden gelen her şeyi yapacaktı annesi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARSINTI
Teen FictionBir sarsıntının enkazı altında kalan bedenim değil ruhumdu. Ezilmişti ama hala yaşıyordu. Yaşıyordu ama işkence çekiyordu. Ruhum ordan çıkabilecek miydi? Onu kurtarabilecek miydim? Kendimi kurtarabilecek miydim?