1- Geçmiş

1K 736 530
                                    

"Yok ama, sanki gelecek gibi.
Var ama, her an gidecek gibi.
Ve yine yeniden,
bu diyardan geçecek gibi."


Cem Yıldız / Dâr-ı Dünya

Karanlıklar ardında, titreyen bir ateş gibiydi. Çaresiz ve kederli gözleri pencerede, ayın gölgesini takip ediyordu. Elinin birini kaldırdı. Ve cama yansıyan o ay ışığına dokunmaya çalıştı. Aylardır tek bir ışığa muhtaç kalmıştı. Elleriyle dokunmaya çalışırken, üzerindeki yük ağırlaştı. Daha da aşağı çekti kendisini. Sırtını dayadığı duvara başını yasladı. Kapadı gözlerini ve gözyaşlarının akmasına izin verdi. Ve kilitlendiği kapının arkasından, "Ben gidiyorum." diye bir ses duydu. Duymasıyla gözlerini açması bir oldu. Etrafı bir kaç dakika sessizlik bürüdü. Ve o zalim, konuşmaya devam etti. "Bir gün beni affedersin belki, bir başka zaman, bir başka yerde."
Duyduğu sese karşı sessizliğini bozup, önünde engel gibi duran kapının arkasından konuştu. " Eğer bir gün özgürlüğüme kavuşursam: denk gelirsem yüzüne, sadece bakacağım. Gözlerim anlatır sana her şeyi. Allah seni, benimle sınasın. Bir başka zaman, bir başka yerde."

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Aşk Vadisi, Kapadokya balonları göğe ulaşırken, yepyeni bir gün doğuyordu.
Güneş yerine yerleşmiş, balonlar renk katıyordu hayata.
Bu doğan güneş, bu yeni gün bir kadere yelken açıyordu.
Kaderin nereden geldiği belli olmayan, bir hayat başlıyordu.

Kara kara düşünüyordu, yaşadıklarını ve yaşattıklarını. Gözlerinde ki ihtiras meydan okuyordu. Havada ki balonları izliyordu. Gözlerinin değdiği her yer buza dönüşüyordu. Toprakla birlikte havaya kalkıyordu kum taneleri. Etrafı sis bağlıyordu. Ateş gibi: hem kendini, hemde etrafındakileri yakıp kavuruyordu. Onun ateşi, sevinci ölüme çevirenlerdendi. Düştüğü yeri yakardı. Adı gibi zaman çalardı.
"Bir başka zaman, bir başka yerde." cümlesi belirdi dudaklarında. Bir hüzünle etrafa baktı. Bir umutla yaşıyordu. Derlerdi ya: dünya küçük... Değmek istiyordu, o iki çift göze. Rastlamak ve ayı, güneşe çevirmek istiyordu. Razı değildi kendisine, yaşadığı yaşantısına, ellerine ve ayaklarına. Razı değildi, vücunda ki eskikliğe. Yine düşer miydi yolu? Yoluna doğar mıydı hayat?Meçhuldü. Oturduğu yerden kalkıp, atına bindi. Atının üzerinde hareketlenip, şaha kalktı Devran Aladağ. Bir kez daha meydan okudu hayata. Ağır ağır ilerledi.
Dedesinin evinin önünden geçiyordu.
Dedesi elindeki işe gayret gösterirken, bir şeyler mırıldandı. Atıyla yaklaştıkça, mırıldanması kulaklarına dolmaya başladı.

"Yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer benim, demedim
mi?"
(Mevlana Celaleddin Rumi)

Bu söz kalbine değdi. Yüreği yine umutla dolmuştu. Söz beyninde tekrarlanırken, atından indi ve arabasına doğru ilerledi. Dedesine dönüp tekrar baktı. Söylediği hiç bir söz boşuna değildi. Onun her kelimesinde, bir umut vardı. Çalınan telefonla kendine gelip, telefonu kulağına götürdü.
"Efendim? Evet, geliyorum. Her şey hazır mı? Tamam." diyerek kapadığı telefonu, ceketinin cebine koydu.


Ve her şeyin başladığı gibi, yine bir şeyler başlıyordu. Şehre bir seyyah düşecekti. Kim bilir hangi zamana karşı, mücadeleler verilecekti? Asıl hikaye şimdi başladı denilemez...
Başlamak için, ne bitmeliydi?

~~~~~~~~~~~

"Etrafda amansız bir kalabalığın ortasında, ona doğru ilerleyen insanlara baktı.
Birinin elinde baston vardı. Bastonu birden yere doğru çaktı. Hırsı ve kini susturup, irkitmişti. Elini kaldırdı ve..."

Dar-ı Dünya (Düzenliyor.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin