Bölüm 2 - Dikiş Tutmayan Yaralar
"Sevginin nasıl bir şey olduğunu öğrendiğin zaman ölümüne ne kadar kaldığını hesaplamaya başla."
~~~
Bazen çoğu şey bana yabancı gelirdi. Konuşmak, kendini anlatmak bile yabancıydı. Dertlerimi anlatamaz ve susardım. Abartılı gelicek ama bazen aynadaki görüntüm bile bana yabancı gelirdi. Sanki kendim değilmişim gibi hissederdim. O zamanlarda kendime en yakın hissettiğim kişi sadece bir resimden tanıdığım annem ve babamdı. Kendime bile yabancıydım çoğu zaman.
Bazı gecelerde camdan dışarı bakıp yıldızları izlerken annemin sesini duymaya çalışırdım. Hiç bilmediğim, duymadığım bir kadının sesini duymaktı tüm çabam.
Bugün diğer zamanlara göre daha sadeydim. Üstüme siyah bir badi altıma da yine siyah olan kot pantolon giymiştim ve üstüme siyah bir kaban atmıştım.
Saçlarımı rastegele bir at kuyruğu yapıp evden çıkmıştım. Arabam otoparktaydı bu yüzden 0 yerine -1'e inmiştim. Siyah mat renkte olan arabama binip gitmem gereken adrese sürmüştüm.
Yok boyunca zihnimi boş tutmaya çalışmıştım lakin anılar bunlara izin vermiyordu. Sebepsiz yere zihnim eskilere gidip oralarda takılıyordu. Hiçbir zaman çok güçlü bir kız olmamıştım. Ama annemlerin beni güçlü görmek isteyeceğini düşündüğüm için güçlü durmaya çalışırdım. Ağlamaz, acılarıma bile gülmeye çalışırdım
Bir babanın kızının saçlarını okşaması çok önemli bir şeydir bence. Sarı, upuzun saçlarım vardı küçükken. Ve hiç el değmemiş saçlardı. Uzatırdım saçlarımı. Belki bir gün babam gelir de saçlarımı okşar diye.
Ayna karşısına geçtiğimde saçlarımda renkli renkli tokalar olurdu.
Arabamı askeri binanın önüne çektiğimde arabadan indim ve içeri girdim.
"Hoş geldin Hazal, komutanım odasında seni bekliyor." dedi kapıda dikilen askerlerden biri. Kafamı sallayıp komutanımın odasının olduğu kata çıktım. İçeri girmeden önce kapıya birkaç kez tıktıkladım. İçeriden "Gir," ses geldiğinde elim kapı koluna uzandı ve aşağı doğru çekti. Kapı hızla geriye doğru giderken bende içeri girdim. Komutan beni gördüğünde gülümsememe engel olamadım.
O da güldüğünde "Gir içeri Hazalcığım," dediğinde içeri girdim.
"Nasılsın Hazal?" diye sordu komutan. Aslında babam. Hikayenin bu kısmını benden hiç duymadınız. Yetimhanede büyüdüğüm zamanlarda beni o soğuk duvarların arasından kurtarmıştı kendisi. Karısıyla çocukları olmadıkları için bir çocuk evlat edinmek istemişlerdi ve şansıma beni evlat edinmiştiler. Belki de hayattaki tek şansımdı onlar.
"Sağolun komutanım, siz nasılsınız?"
"Teşekkür ederim bende iyiyim," Masasının önünde duran sandalyeyi gösterdi ve "Otur bakalım," dedi. Hızlıca sandalyeye oturduğumda komutanımın -babamın- yüzünü inceliyordum.
"Nasıl gidiyor?" diye sordu masasındaki telefondan bir şeyler tuşlarken.
"İyi gibi," dedim gülerken.
"Bize iki kahve aslanım, sade olsun," dedi ve telefonu kapattı. "Umarım seni bıraktığımdan bu yana şekerli içmeye başlamamışsındır,"
"Hayır, başlamadım!" dedim hızlıca. Başlasaydım şu an beni küçük bir çocukmuşum gibi azarlıyor olurdu. Ayrıca bunu bana sorması bir güven testi gibi bir şeydi. Yalan söylüyor muyum? "Baba," dediğimde. "Sana baba demeyi, ev ortamında görmeyi çok özledim." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Notası
Teen Fiction"Ateşten doğana kül denir" Bir yalan... Ve bir gerçek... Hangisi daha çok can yakar? Yalanların gerçek olması mı, yoksa gerçeklerin bir yalandan ibaret olması mı? Seçenekler, sebepler, ölümler, kalımlar... Ve en acı Vedalar. "Bir yapboz gibi parçal...