Şiddetlenen baş ağrımla gözlüğümü çıkarıp masaya atarak göz kapaklarımı sıkıca yumdum. Her gün gördüğüm rüyanın yanında bir alana bir bedava hediyesi olarak gelen baş ağrıları artık sadece bedensel değil aynı zamanda zihinsel ve ruhsal durumumu da etkiliyordu. Chan'ın verdiği ilaçlar uyuma saatime az da olsa etki göstermişti ama rüyam hâlâ olduğu gibi yerinde duruyordu. Ne bir eksik, ne bir fazla. Aynı yerden başlıyor, aynı yerde bitiyordu.
Yorgunluğum azmış gibi bir de üstüne Lee beyin oğluna ders vermem için ricasını birkaç günlüğüne ertelemiş, düşünmem için zaman istemiştim ama dün gece odama gelen Lee beyden sonra kaçışım olmadığını idrak etmiştim. O programı yapmak istiyorsam adamın gözüne girmem gerekiyordu. Bu mesleği seçtikten sonra hiç sevmediğim kişilere bile sanki dünyada en sevdiğim insanlardanmış gibi davlandığım günlerim olmuştu. Bu yüzden alışık olduğum bir durumdu ama ilk kez kendisine değil de tanıdığına, o kişinin oğluna yaranmaya çalışıyordum.
Kolumu kaldırıp saatime baktığımda buluşma saatine yarım saatin kaldığımı gördüğümde ayağa kalkarak çantamı omzuma asıp odadaki diğer çalışanlara iyi günler dileyerek odadan çıktım. Asansör durduğum katta olduğu için beklemek zorunda kalmadan içine girip ilk katın tuşunu bastım. Tanışacağım kişinin nasıl biri olduğunu, neleri sevip sevmediğini bilmediğim için arabamla gelmemiştim. Belki arabama binmek istemezdi. Sonuçta dünyada her türlü insan vardı.
Binadan çıkıp yoldan geçen bir taksiyi durdurup gideceğim adresi söyledim. Çok fazla barın olduğu, özellikle geceleri canlı olan bir yerdi. En nefret ettiğim. Sessizliğe alışkın birisi olarak girip çıktığım ortamlara çok fazla dikkat ediyordum. Ekibimdeki kişiler de bu huyumu bildikleri için olabildiğince sessiz çalışmaya özen gösteriyorlardı. Ama şimdi bir çocuğun peşine düşüp tarihi öğrenmesine yardım etmem için yalvarmam gerekiyordu. Gerçekten Lee beyi anlamıyordum. Bir insan bir şeyi sevmiyorsan neden ısrar ediyordu anlamış değildim.
Taksicinin 'Geldik' sesiyle elimdeki parayı uzatıp taksiden indiğim ilk anda kulağıma dolan gürültüyle yüzümü buruşturdum. Aman tanrım. Cehennemin ortasındaydım resmen. Ağrıyan başım azmış gibi bir de haddinden fazla ışıltılı ışıklar, yüksek müzik sesi, bağırıp çağıranlar, sokak kenarlarında kusan insanlar şu an gözümde cehennemin ortasındaki zebaniden bir farkı yoktu. Keşke şu an ölsem. En azından bu kadar gürültülü bir ortama düşmezdim. Yüzümü buruşturmuş bakışlarımı insanların yüzünde gezdirirken çalan telefonumla birlikte bakışlarımı yüzlerinden çekmek zorunda kaldım.
Terbiyesiz velet arıyor...
Ah, doğru. Şu çocuğu aramam gerekiyordu ama o kadar önemsiz bir konuymuş gibi gözardı etmiştim ki tamamen aklımdan çıkmıştı. Ona tarih dersi vermeye karar verdiğim günün akşamı bilmediğim bir numaradan 'Ben Lee Minho. Yarın 20.00'de İtaewon'da buluşalım. Geç kalırsanız babama şikayet eder, çekmek istediğiniz programı rüyanızda görürsünüz.' diye bir mesaj gelmişti. Kullandığım ilaçlar yüzünden zihnim tamamen bulanık olduğu için ilk başta mesajı birkaç kere tekrar tekrar okumuştum. Daha sonra az da olsa kendime geldiğimde mesajın şokuyla kalakalmış, daha sonra uzun dakikalar boyunca çocuğun geçmiş dedelerinden girip şimdiki akrabalarından çıkmıştım. Çekmek istediğim programı nereden öğrendi bilmiyordum ama ders bitene kadar bunu kullanıp başımı çok fazla ağrıtacağını hissediyordum.
"Efendim." Gürültüyü bastırmak için bir kulağımı işaret parmağımla kapatıp telefonu daha da bastırdım kulağıma. Benim şu an evimde Chan'a küfür ederek verdiği ilacı içip uykuya dalmaya çalışma zamanımdı.
"Neredesiniz? Hâlâ gelmediniz mi?"
Olduğu ortam o kadar sesliydi ki kulağıma dolan garip müzik sesiyle yüzümü buruşturup telefonu kulağımda uzaklaştırdım. Barların birinde keyfi yerindeydi, benim aksime.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ℝ𝕖𝕥𝕣𝕠𝕦𝕧𝕒𝕚𝕝𝕝𝕖𝕤 -「MinSung」
Fiksi Penggemar𝐀𝐬̧𝐤 𝐨𝐥𝐮𝐧𝐜𝐚 𝐞𝐧 𝐜̧𝐨𝐤 𝐝𝐚 𝐨̈𝐥𝐮̈𝐦 𝐡𝐮̈𝐤𝐦𝐮̈𝐧𝐮̈ 𝐤𝐚𝐲𝐛𝐞𝐝𝐢𝐲𝐨𝐫 𝐯𝐞 𝐢𝐧𝐬𝐚𝐧 𝐤𝐞𝐧𝐝𝐢𝐬𝐢𝐧𝐢 𝐨̈𝐥𝐮̈𝐦𝐬𝐮̈𝐳 𝐳𝐚𝐧𝐧𝐞𝐝𝐢𝐲𝐨𝐫𝐝𝐮. ...