Olabileceğinin en iyisi

252 23 38
                                    

Sınıfta; sadece sınav haftası sınav notları almak için konuşulan, hiç arkadaşı olmayan, hatta genelde inek diye hitap edilen o kişi vardır ya, anımsatabildim mi?

Ben Edgar Allan Poe. Biraz önce tarif ettiğim öğrenci tanımına birebir uymam biraz korkutucu olsa da çok önemli değil.
İnsanlar ister inek desin, ister hayatsız. Ben şu an okulun en iyi öğrencisi olarak halimden memnunum.

Hem, herkes çok sosyal olacak diye bir kural yok sonuçta.

O yüzden bu gün de, kimsenin beni arayıp hatrımı sorma zahmetinde bulunmadığından ötürü telefonumun zil sesini bile unuttuğum gerçeğini göz ardı ederek yatağımdan kalktım ve lavabodaki aynanın karşısına geçtim. Diğer günler de yaptığım gibi.

"Ya, saçımı mı kestirsem sanki?"

Ama bu fikri hemen bir kenara atıyorum, insanlar yüzüme bakmadığı için dış görünüşümün çok da bir önemi yok zaten. Kimsenin girmediği bir bahçe güzel görünsün diye saatlerce yabani ot yolmaktan pek bir farksız olur çünkü.

Aynanın önünde yaklaşık yirmi dakika boyunca neden insanların yüzüme bakmadığını düşündükten sonra saha fazla oyalanmamam gerektiğini düşünüp hiç olmadığı kadar hızlı hazırlanıyor, evden çıkıp anahtarımı çeviriyorum.

Apartmanın önünde Carl ile karşılaşıyoruz. Küçük dostuma selam verip yürümeye devam ediyorum, beni bir süre takip edişinin ardından yorulup arkada kalıyor.

Yürümeye devam ederken birden esen rüzgar ile suratıma bir şey yapışıyor.

Hep beni bulur zaten böyle şeyler.

Suratıma yapışan şey ise en azından bir poşet falan değil, bir fotoğraf. Kısa saçlı bir kız, yaşlı bir adam ve gözlüklü bir çocuk var fotoğraf karesinde. Arkasında ise hafif silinmiş bir tarih. İçim nostalji ile doluyor.

Kağıdı incelemeyi bırakıp yere atmaya yelteniyorum, fakat tam o sırada bir ses duymam ile irkiliyorum.

'Heyyy, atma o fotoğrafı."

Arkamı döndüğümde sesin sahibini; yani benden kısa, siyah saçlı ve benimle aynı okul formasını giyen kişiyi görüyorum, hatta o da beni görüyor. Hatta be hatta gözlerim, burnumun en az yarısına kadar uzamış olan saçlarım tarafından kapatılsa bile göz göze de geliyoruz.

Aradan birkaç saniye geçse dahi gözlerimiz ayrılmıyor. Bu sürenin biraz daha uzaması durumunda bir yaz dizisinde olduğumuza kanaat getireceğim, bu yüzden düşünmeye başlıyorum. Fotoğrafı yere atmamamı söylediğine göre çevreye duyarlı biri olmalı ve beni fotoğrafı yere atmaya "yeltenirken" de görmüş olmalı.

Bu kötü işte...

İkimiz de durumun farkında olduğundan ortam yeterince garip zaten, bir de herhangi birimizin söyleyecek söz bulamaması durumu daha da garip hale getiriyor.

Acilen söyleyecek bir şey bulmalıyım.

Belki de gerçekten çevreye karşı duyarlıdır, fakat tekrar düşününce fotoğraftaki gözlüklü çocuk ile ne kadar da benziyorlar. İşte konuşma şansı, değil mi?! Fotoğraftaki çocuğun o olmasını -veya en azından tanıdığı olmasını- umarak başlıyorum konuşmaya,

"Fotoğraf sizin mi?"

"Siz?" Siyah saçlı ve muhtemelen çevre bilinci yüksek vatandaş gülmeye başlıyor, bu bir süre daha devam ediyor. Ben ise hala neden güldüğünü anlayamadan suratına bakıyorum. Gülmesi bitince konuşmaya devam ediyor:

"Hangi zaman diliminde yaşıyorsun?"

Cidden anlayamıyordum, fark etmeden komik bir şey yapmıştım ve o devam mı ettiriyordu bunu? Eğer durum böyleyse bilerek yapmış gibi davranabilirdim çünkü.

"Son baktığımda *735'li yıllardaydık, çok mu zaman geçti aradan?"

Eğer yaptığım şakayı(?) anlamazsa rezil rüsfa olurdum, ama en azından buna değerdi. Fakat rezil falan olmadım, sırıttı ve bana elini uzattı.

"Edogawa Ranpo"

"Edgar Allan Poe" Elimi uzattım ve sıkıca tuttu, sanki yıllar önce çok samiymişiz ve bir gün hiç görüşmemeye başlamışız gibi baktı gözlerime ve benimle tokalaştı.

Böylece tanışmış oldum; değerli rakibim ile, yani Ranpo ile...

.
.
.
.

Se lam larrr, bu bölüme (ve dolayısıyla kitaba) baya hırslı bir şekilde başladım umarım böyle devam eder ve sonunu kolaylıkla getirebilirim... Giriş olsun diye biraz kısa tutmak istedim bu bölümü

Bir de zaten anlaşılıyor ama şunu söyleyeyim, hikaye anlatımı Poe'da ve yazan her bir kelime onun olayı yaşarken aklımdan geçirdiği kelimeler. Koyu fontlu olan yerler ise iç sesi gibi bir şey.

(Şuraya da küçük bir bilgi notu fırlatıyorum: Etimolojide "siz" kelimesinin yazılı olarak ilk kullanıldığı yer Orhun yazıtlarıdır, yani bu kelime -yazılı olarak- ilk defa 735 yılında kullanılmıştır. Fakat konuşma dilinde daha önceki tarihlerde de yaygın olarak kullanıldığı düşünülmektedir.)

Optimalize- RanpoeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin