BÖLÜM 2: Ölümün Rengi
Zaman hiç olmadığı kadar acı çekiyordu.
Zaman dibi gizemlerle dolu bir kuyuya damlıyordu.
Zaman gizemlerle dolu kuyunun içinde sonuca ulaşmak uğruna kendini harcıyordu.
Zaman saniyeleri doğuruyor, saniyeler büyüyerek dakikalara dönüşüyor ve akreple yelkovanın sallandığı beşiğin kulak tırmalayan tangırtısı boşluğu dolduruyordu.
Gökyüzünün gizemli ve derin maviliği sanki bir kabın içine sokularak küçütülmüş ve küçülen gökyüzü benim içi boş göz çukurlarıma dolmuş gibi gözüküyordu.
Yüzümde iki çift küçük birer gökyüzü taşıdığım iri gözlerimle etrafımda gezen insanları izliyordum. Kirpiklerim arada bir gözlerimin üstünü örtüyor sanki bir ressamın fırçasındaki siyah boyayla çizdiği ormanın içindeki uzun ince ağaç dalları gibi gözüküyordu.
Ellerim montumun ceplerinde yumruk olmuş haldeydi. Üstümdeki ekoseli, dizlerimin bir karış yukarısında duran okul eteğim ve dizlerime kadar gelen siyah çorabımla kaldırımda okuluma giden otobüsün gelmesini bekliyordum.
Birkaç saat önce yağan yağmurun kalıntıları yollarda oluşan küçük göllerle belli oluyordu.
Yüzümde her zaman ki gibi hiç silinmeyen duvar gibi bir suratla etrafımdaki insanları merceğim altına alıyor ve otobüsün geliş saatini beklerken zamanımı çürütmeye çalışıyordum.
Trafik lambasında yanan kırmızı ışıkla araçlar durdular ve kaldırımda bekleyen insanlar yaya geçidinden hızla ceylan sürüsü gibi geçmeye başladılar.
Hiçbir duyguya ev sahipliği yapmayan gözlerle insanlara bakarken elindeki sarımsı renkte olan dikdörtgen rengindeki deri iş çantasıyla karşıya geçen kadına baktım.
Yüzü yorgun görünüyordu. Göz altlarında hafif morluklar vardı ve elinde yeni alındığı tepesinden tüten buhardan belli olan kahvesini yudumluyordu. Bakışları çok boştu ve ayrıca bulunduğu durumdan memnun değilmiş gibiydi.
Büyük ihtimal şuan gideceği işini sevmiyordu ve yüzünde ki hoşnutsuzluk bu yüzdendi. Ama adım kadar emindim ki hoşlanmadığı işine gittiğinde yüzüne sahte bir gülümseme takınıp belki de yine hoşlanmadığı ama iyi geçinmek zorunda kaldığı iş arkadaşlarının yaptığı bayat esprilere zorunlu bir şekilde gülecek ama kimse bunun farkına varmayacaktı.
Akşam evine geri döndüğünde ise maskesi düşecek ve maskenin altında yatan yıkım onu ele geçirip her akşam olduğu gibi onu boğacaktı.
Gözlerim benden bir iki yaş küçük olan benimle aynı okul formasına giyen kıza takıldı.
Üstündeki formaya bakılırsa aynı okuldaydık ve benden küçüktü. Alt sınıflardan olmalıydı. Sırtındaki sırt çantası bedenine göre fazlasıyla ağır görünüyordu.
Kızı tanımıyordum tanımakta istemiyordum. Yüzündeki ifadeye bakılacak olursa o da şuan olduğu durumdan memnun değildi. Okula gitmek istemiyor gibi adımlarını yavaş atıyordu.
Birbirinden farklı karakterlerin bir araya gelip ahırdan farkı olmayan bir sınıfa gitmek istemiyor ve hiç ilgisini çekmeyen, yeteneğinin olmadığı ve bir daha hayatımızın hiçbir yerinde çıkmayacak olan saçma sapan dersleri dinlemek istemiyordu.
Sonrada sırf bu derslere ilgisi olmadığı için suçlanıp tembel damgasının ona yapıştırılmasını ve bu yüzden ailesinden psikolojik şiddet görmek istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEŞİMDEKİ GÖLGE
DiversosBulutlar siyah mürekkeple boyanmış, içlerindeki ıslak zehri akıtmamaya yemin etmiş gibi sadece insanları ürküterek, isyan edercesine bağırıyorlardı. Akrep ve yelkovanın üstündeki kan zamana işliyor, zaman bir intikama gebe oluyordu. O gün gök hiç o...