ablam

28 7 0
                                    

öğlene doğru ablama uğradım. Barakadan bozma bir yapı. önündeki küçük bahçesinde teneke kutularına ekilmiş menekşe çiçekleri.. alçak bir tavan. Üstünde zıplamaktan yayları gevşemiş, içine çökmüş iki kanepe, cam kenarında yeni yıkanmış çamaşırların asıldığı portatif askılık, çiçekli perdeler, eski bir kilim. ortaya saçılmış oyuncaklar. kapı kenarında boy boy dizilmiş 4 çocuk, dayı denen mefhumun varlığından habersiz, gelip tekli koltuğa yerleşen adama bakıyorlar. aynı garip hal bende de mevcut, yeğen denen sevimli kelimenin bende karşılığı yok. çocuklara karşı yalandan da olsa sevgi gösteremiyorum. ablamı severdim. şimdi o günleri hatırlayıp kendimi onu sevdiğime inandırmaya çalışıyorum.  ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.. benden 2 yaş büyük ablamın çoktan yaşlı anne kategorisine girmiş olduğunu görmek üzücü. ''kahve yapayım sana'' diyor, cevabını dinlemeden mutfağa koşuyor. Üstünde siyah bir hırka, altında pazenden dikilmiş çiçekli bir entari, ayağında ev terlikleri, bir yabancı koşuyor mutfağa... 50 kilo var yok. Annemi en son hatırladığımda bu kilolarda olmalıydı. O zayıf haliyle babamın altında olmasını hayal eder sinirlenirdim.

Üniversiteyi kazanıp kaydımı tamamladıktan sonra ayrıldım evden, şehirden. sonrasında ilk kez geliyorum. ablamın telefon numarası bende hep oldu ama bir kez aramadım. o da aramadı. ''Babam öldü'' diye mesajı geldi yıllar sonra. ilişkimiz bu kadar...

kahve geldi. yanında su bardağında su. oturdu yanıma, sonra hemen kalktı. İçeri koşup telli mavi bir dosya getirdi. İçinden kağıtlar belgeler çıkardı. Baba evinin tapusu, haldeki dükkanın tapusu, banka hesap cüzdanı, köydeki tarlalar. ''ölmeden 1 ay önce eve geldi. bütün mal varlığını dosyalamış, ölünce haber veririsin, bunları aranızda pay edersiniz'' dedi. ''niye öldü'' dedim. ''hastaydı, şeker iyice kötü yapmıştı, yürüyemez olmuştu. kilo da var. kalp krizi geçirmiş evde. ona bakan bir kadın  vardı, eve girince ölü bulmuş'' ağlıyordu ablam, hiç teselli edecek modda değildim. ''Allah rahmet etsin'' dedi. ''ne rahmet okuyorsun şerefsize, baksana haline'' dedim.

''şükür halimiz iyi, neyi var halimizin'' dedi sesini yükselterek. gözünü çocuklardan yana düşürdü. onlara hallerinin kötü olduğunu söyleyemezdi.. cevap vermedim.

''kocan nerde çalışıyor şimdi?''

''son iki senedir babamın yanındaydı. onun yerine işe çok zaman bizim adam bakıyordu''dedi. ''İçer mi senin adam?'' dedim. ''yok, içkisi yoktur, işi bitince eve gelir Allah razı olsun, çocuklarına düşkündür. işleri rast gitmedi işte bir türlü yoksa iyiydi halimiz'' 

''peki'' dedim. ''mutlu musun?'' 

''aman bee Sait'' dedi. ''Çay içer misin, çay koyayım mı? bak sana yeğenlerini tanıtayım.''

adım ağzından çıktığında ''abla'' diye sarılmamak için kendimi zor tuttum. Sarılmayacaktım, ağlamayacaktım, ablam eskiydi, eskiyi silmiştim. eski yoktu bende. bu şehir yoktu zihnimde. bu şehre ait, buraya ait bir anı kalmamalıydı.. ''yok kalmayacağım'' dedim. ''bunların hiçbirini de istemiyorum'' 

''baba evine siz geçersiniz. buraya göre daha iyidir. onu senin üstüne yapalım. bankada bir hesap açalım, para da senin hesabında olsun ama senin hesabında anlaştık mı!'' 

onaylar gibi kafasını salladı. ''haldeki dükkan senin adamın olsun. tarlalar da sizin olsun. ben ondan kalan hiçbir şeyi istemiyorum'' 

''öyle deme Sait, bak rahmetli çalışıp bize bir şeyler bırakmış işte''

''neye yarar'' dedim ''biz diye bir şey bırakmadı ki!''

YarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin