Hüküm Nehri

44 4 8
                                    

Zevk-i sefa için göğün 14. Katındaki sarayımda ziyafetler verirdim. Amaka ve May -bana yakın tanrıçalar- bu şenliklere bayılırdı. Gök Tengri'nin izniyle Parıltı kırlarından inekler alırdık, o güzel altın parıltılı ineklere kıyamazdık ama göksel zevkimiz ağır basardı. Lezzetli etleri soframızı donatırdı. Şimdi bu kuru koyasa ve çiğ süt yerine o sofralarda olmak, eskisi gibi şen ve ihanete uğramamış Umay olmak isterdim. Ama geçti. Geçmiş geçti, şimdi geldi. Benim zamanım geldi, öcümün zamanı.

Kıytırık ufak mideyi doyurmam kısa sürdü. Oturduğum kalın kütükten kalktım, çenemi önce öne doğru sonra sağa doğru eğdim. Hüma gelip omzuma kondu.

"O altın kanatların bu dünyaya yakışmıyor, dönüş," dedim. Kara bir kargaya dönüştü. Bu çok daha iyi. Şehirliler benim insan olmadığımı anlamasın. Pega'nın sırtına atladığım gibi yola koyuldum. Rüzgar ak tenimi yalarken bende havaya doğru tılsımlı sözleri söyledim "Duy beni casus çomar, Tanrıçan konuşuyor, her neredeysen Hüküm nehrinde buluşalım." Umarım bu ucube bilgileri doğru toplamıştır.

Gamora kentine varmadan önce Hüküm nehrinde yıkanmayı ardından Keneli Han'da Pega ile dinlenmeyi planlıyordum. Çünkü kanatsız haliyle uzun yollara alışkın değil benim zarif atım üstelik on binlerce yıl önce bıraktığım gibi değil yeryüzü. Varacağımız eski handa krala dair neler öğrenebiliriz bir bakalım.

"Yüce Umay! Tez koştum, çabuk yetiştim, emrinizdeyim." dedi Suud ben yeleğimle elbisemi çıkarmış hükmümü alırken "Anlatmaya başla!" dedim sonra başımı suya sokup su iyelerine seslendim. Ak Ana elbet derinlerden beni duymuştu ama benim deliliğimi ciddiye alacağını Su perilerini (iyelerini) kullanmama karşı geleceğini zannetmiyordum. Cüce salyalarını akıtarak bildiklerini anlatırken bende pürüzsüz ve kusursuz bedenimle çırılçıplak sudan çıktım. Nehir efsunluydu, yeryüzündeki tek efsunlu sular bu kralın hizmetindeydi ne büyük kahır!

"İyi iş çıkardın. Şimdi yaylan. Sana gerek duyduğumda tez gelesin."

"Emriniz olur Yüce Sultanım." dedi sonra kuyruğunu sallayarak nehir boyunca yürüyerek gözden kayboldu. Bu bilgiler çok işime yarayacak.

Gök gürledi. Nehrin büyüsü vuku buluyordu. Karşımda sakince akan buz gibi nehir suları birden çatal çatal yükseldi. Neredeyse o yaşlı çınar kadar göğe çıkmıştı. Yerçekimine meydan okuyan bu küçük su halkalarının arasından billur gibi iyeler göründü. Aynı ayda şimşek çaktı. Hava kapanarak uyudu. Ayakta olanları izlerken Pega kişnedi. Bu oydu.

Belden aşağısı mavimsi renkte balık kuyruğu olan ışıktan bir bedeni, başında taca benzeyen zarif boynuzları ve çevresinde dönüp duran denizyıldızlarıyla gelen kişi Ak Anaydı. Hiçbir şey yaratılmamışken ve sonsuz boşluk varken Tanrı Ülgen'e yaratma ilhamı veren eski dünyanın Tanrıçası. Ah, bu çekilmez görüntüm onu çok üzecek.

"Uluların ulusu Ak Ana! Beni şereflendirdin. Bu ziyaretini neye borçluyum?"

"Tanrıça Umay? Göklerden kovulan ilk güçlü Tanrıça. Kıymetli iyelerim bana hakkında birtakım söylentiler fısıldadı. Onlardan yardım istemişsin. Söylesene yeryüzüne döner dönmez bu telaşın niye? Neden bu kılıktasın?"

"Yardım mı? Küçük sıçanların kulağına su kaçmış belli ki. Benim değil onların bana ihtiyacı var. Ben yeraltı diyarındayken bu kıtanın çivisi çıkmış, eski görkemli günlerine kavuşturacağım. Adıma kurbanlar kesilecek. Senin su perilerin bu uğurda benimle çalışırlarsa yeni dünyada onlara okyanuslar vaat ediyorum."

"Bilmez misin gökteki ve yerdeki sular bana aittir."

"Yeryüzü bizden çıkmış Ak Ana. Sana saygım sonsuz bilirsin. Ama artık buralar kimsesiz bir çöle dönüşmüş. Görmüyor musun suların kurumuş, eski ihtişamın nerede? Yoksa senin uçsuz bucaksız sularına da mı zalimler ayağını daldırdı?"

"Faniler zannettiğin kadar güçsüz değil. Böbürlenme ey Tanrıça. Senin kim olduğunu ve niyetinin ne olduğunu bilirim. İyelerim benimdir. Şimdi var git yoluna. Bu bedenle gözüme daha fazla görünme!"

Sözlerime dayanamayan sözde Tanrıça tekrar hiç var olmamışçasına sulara gömüldü. Pega sakince bir ağaçla eğleniyordu. Gözümün ucuyla ona baktığımda anladı ve yanıma geldi. Onun beyaz boynunu okşarken gözümden bir damla yaş aktı. Dudağıma değen tuzluluk yabancıydı. Nasıl bu kadar kör oldular, bu denli güçlü bir Tanrıça, aciz ve ölümlü insanların nesinden korkuyor olabilir? diye sesli söylendim.

"Sen yokken buralarda çok şey değişti." ağacın arkasından çıkagelen eski dostlarımdan Utkuçi idi.

"Seni buraya hangi kadim rüzgar attı," dedim ve ona doğru yaklaştım "Seni hiç özlememişim." insan suretindeki küçük tanrı ruhu gülümsedi "Bende seni." sonra yukarı doğru uzanan kara bıyığı kıpırdadı ve gülümseyerek bana sarıldı. Bende ona sarıldım o an bu bedende yapmayı en sevdiğim şeyi bulmuştum.

"Ülgen'in kurbanları mı bitti. Huzuruna mı çağırır beni?"

"Onun için değil senin için geldim. Sesin göğün saraylarını gezdi. Duyar duymaz geldim. Nasılsın? Yer alemindeki bin yıllar güzelliğinden hiçbir şey götürmemiş."

"Tanrıça ruhumu gördüğünü ve ona iltifat ettiğini bilirim. Şu insan bedenim çok cılız."

"Aksine faniler arasında gördüğüm en muhteşem güzellik bu. Ak Ana sana yardım edemez. O artık Krala hizmet ediyor. Ama su perilerini kandırmanın bir yolunu biliyorum."

"Krala mı hizmet ediyor? Bugüne kadar duyduğum en korkunç şey bu. Eski dünyanın tanrıçası nasıl olur da bir ölümlüye...doğru olamaz bu."

"Sen yokken buralarda çok şey değişti demiştim. Sana her şeyi anlatacağım."

"Bana bak Utkuçi eğer bir casus gibi bana sokulup Ülgen'e haber toplamaya çalışıyorsan senin o alçaltıcı tanrı ruhunu nahoş bedeninden sıyırıp Erliğin dokuz dallı kan nehrinde boğarım, bilesin."

"Yer alemi sana yaramış, Erlik dostun mu oldu? Sana bugüne değin ihanet etmedim bundan gayri de etmem. Ülgen'in sağ koluyken bile sana bağlıydım. Benim tek efendim sensin."

"Bu sözleri duymak güzel. Peki bu diyarda ne oldu da ulu tanrıçalar ölümlülerin emrinde? Ne oldu da bu kuraklık baş gösterdi, zulümler arttı? Ne oldu da çocuklar gülmez, hayvanlar açlıktan telef hâle geldi?"

"Burada ne oldu değil. Ne olmadı diye sormalısın. Sen olmadın, sen..."

"Ne?"

UMAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin