Kaşlarımı çatarak baktığımda gözlerimdeki ışık onu korkutmuş olacak ki ağzından hemen şu sözcükler döküldü:
"Bu anlattıklarımı gökler duymasın. Sana haber uçurduğum bir yaygaraya verilirse beni sen bile kurtaramazsın."
"Ne o? Karşımda yeni yetme bir tanrı gibi ne kıvranırsın. Güneş rengi bıyıkların ne demeye titrer?"
"Göstersene eski hünerlerini, o bal sırlı duvarlarını Erliğin itleri mi tüketti yoksa?"
"Eğlenme benimle! Senin karşında Ulu Tanrıça durur!" Hırsla havayı asılıp ikimizin etrafında döndürdüm. Ballı hanımelini bitirdiğim topraktan yükselen kokular onu çoktan sarhoş etmişti. Zevk düşkünü yalaka seni, şimdi çözerim o sivri dilini! Sağımıza ve solumuza sırladığım hanımeli sarmaşıkları konuştuğumuz her kelimeyi havada yutacak ve etrafa mis kokular vermeye devam edecekti.
"Tıpkı eski sonsuz zamanlardaki gibi." başlamıştı bile, "Haydi anlat daha yolumuz uzun!"
"Sürgünün ilk bininci senesiydi. Çok değil sadece on dokuz bin yıl daha hasretini çekecektim." Gözlerimden çıkan ateşi gördüğünde şakayı bırakıp birden ciddileşti. Yüzü daha önce rastlamadığım kara bulutlarla gölgelendi.
"Mu kıtasında o sene kuraklık vardı. Tanrılar, Kaf dağının eteklerine uzanmış, güzelliklerini kaybetmeden yer içerken, yeryüzünü o uğursuz baharda unutmuşlardı. İnsanlar onlara ne kadar dua edip ne kadar kurban kesse de yağmur yağmıyor, nehirler kuruyor, toprak çatlıyordu. Bir çoban..."
"Çoban?"
"Garip asalak bir çoban. Kim derdi ki? Gök Tengri aşkına kimin aklına gelirdi?"
"Dağ taze havasıyla esiyor, çoban her zamanki gibi zayıflamış koyunlarını otlatıyordu doğrusu yiyecek bir şeyler bulabilmek için dağ tepe gezdiriyordu. Kuru bir ağacın altında dinlenirken yanına boyu bir karış sakalı iki karış bir Çike (şarkı cini) yaklaştı. Kolundan tutup çekti ve kulağına ona şarkı söylemesini fısıldadı. Yüzü çökmüş kırılgan çoban onun bu isteğini kabul etmedi ve tanrılardan yardım diledi. Çike inatla onu bırakmıyor, bir sağ kulağına bir sol kulağına tiz sesiyle bağırıyordu; şarkı! bana bir şarkı söyle! Çoban kulaklarını tıkıyor tanrılara yalvarıyordu. Şarkı ah şarkı! Bu kargaşaya katlanamayan Mergen (akıl tanrısı) onun imdadına yetişmişti. Çobana ve ona musallat olan Çike'ye alaylı bir ifade ile yaklaştı. "Kesin!"
"Şu saçmalığı kesin!"
"Yüce Mergen, Ulu Tengri aşkına ben sadece oyun oynuyordum" diyerek sesini bir tık alçaltan Çike, Akıl ve felsefe tanrısının bir işaretiyle oracıktan kayboldu. Duasına karşılık bulan çoban ise minnet dolu bir gözle kalakaldı. Mergen tam arkasını dönüp gitmek üzereydi ki?
"Durun ey sultanım!" dedi, "son arzumu yerine getirir misiniz?" Mergen bıyık altından güldü, kürkünü düzeltti ve konuşmaya tenezzül etmeden başıyla 'evet' dedi. "Sizden bilgelik istiyorum, bana nasıl tanrı olunur öğretebilir misiniz?"
Mergen keyiflenmişti. Çobanın kıt akıllı olduğunu daha gölgesinden anlamıştı. "Sana bilgelik, akıl ve felsefe mi öğretmemi istiyorsun?" aslında onun esas ne istediğini çok iyi biliyor, keyfini ikiye katlamak istiyordu.
"Evet yani kısmen, fakat mümkünse sultanım bana tanrıları alt edebileceğim bir bilgi verin!"
"Bilgi...evet bilgi güçtür. Gerçekten tanrıları bile alt edebilir. Bu bilgiyi alsan bile bu akılla bir yere varamayacağını da bil öyleyse. Bana elindeki tüm koyunları ver, sana kutsal bilginin yolunu açayım."
"Açtı mı? Kahırlar olsun Utkuçi! Asalak bir çoban nasıl olurda bir akıl tanrısıyla aşık atar." Sinirden kan beynime sıçramıştı. Sesi kısılan eski dostum anlatmaya devam etti.
Çoban, "Varım yoğum sizin olsun sultanım bana öğretin, öğretin..." acizce ve gurursuzca ayaklarına kapandı. Mergen önce tüm koyunları önünde topladı. Kuru ağacı ateşe çevirdi. Sonra da 'yürüyün!' dedi. Çoban bir an vazgeçecek oldu. Koyunlar ateşe teker teker girdiler. Kızarmış yün kokusunu duyan Çobanın burnunun direği sızladı. Olanları metanetle seyreden Çoban karşılığında bir anahtar ve bir kutu aldı. Mergen'nin dediğine göre Jaiyk nehrine bir yolculuğa çıkacak ve 17. Kayalıklara vardığında suya bunlarla dalacaktı. Nefesini tutabilirse eğer suyun en dibinde bu sandığı açacaktı.
"Nefesini tuttu."
"Nefesini tuttu..."
Utkuçinin son sözlerini tekrarladığımda gözümden bir damla yaş düştü. Bir çoban... ah bir çoban!
"Şimdi o çobana buralarda Kral Medes diyorlar. Açıkçası epey zalim bir zat. Çünkü bilgi güçtür. Sende biliyorsun ki o sandık açıldıktan sonra..."
Bal sırlı duvarların ardından bir ses işittik. Pega usulca kişnediğinde havada bir tuhaflık olduğunu sezip büyüyü bozdum. Açığa çıktığımızda yaklaşanın güçlü bir yel olduğunu duydum. Yel iyesi... eski numaralarını bırakmayan bir tek ben değilmişim. Ülgen bizi işitmek için Yel iyesini göndermiş fakat boşuna, "Ey Ülgen yüzün varsa çık ortaya. Yoksa aşağılık rüzgarını da al ve defol buradan!" İye, kulağımda hoş bir uğultu bırakarak çekip gitti. Beni özlediyse gelecekti. Onun için göğe adımımı atmayacaktım.
"Keneli Han...Orada olacağım. Yine gel. Ve bu seferinde boş gelme."
"Altın inekler mi yoksa gök sütü mü istersiniz sonsuz efendi hazretlerim?"
"Hiçbirini istemem. Bana Mergeni getir!"
Sözüme karşı gözleri büyüyen Utkuçi ardında güneş pırıltısı bırakarak uzaklaştı. Kafamı indirdiğimde eski haline dönen bir Suud karşımda beliriverdi. Aptal cüce çomarken daha yakışıklıydı. Peganın sırtına atlayarak yola koyuldum. Düşünüyordum, pek sevdiğim bir şey sayılmazdı fakat son binyıllarda buna fazlasıyla alışmış ve bağımlı olmuştum. Kralın bu kadar uzun yaşamasının sırrı ve en kötü tanrıdan bile daha kötü olmasının nedeni demek buymuş. Erlik altında ezilesin Mergen! Aklıma bin bir türlü olasılıklar geliyor bir yılan gibi her yerime dolanıyorlardı. O turuncu bıyıklının zavallıca biroyunu muydu bu? Kralı alt etmenin yolu tastamam vardı. Fakat benim o kadar koyunu ateşe atmaya yüreğim yetecek miydi? Çamur sarayında boğulasın Mergen! Bütün sinir ve kahırlarım onun üstüne olsundu. Pega toprak yoldan süzülürcesine yürürken kızıl hava kararmaya başladı. Yıldızlar tek tek üzerimde parlamaya başladığında yalnızlığın bu eşsiz ruhuma yakışmadığını kulağıma fısıldadılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMAY
FantasyEfendiler ve köleleri... Krallar ve soytarıları... İnsanlar ve hizmetkârları... Bu hikâye eşitsizliğin ve adaletsizliğin yakıcı savaşını verenlerin hikâyesi. "Tek istediği evlatlarını bu kara delikten çekip çıkarmaktı, savaşı başlatmak değil!" Tüm...