Adımlarım, yayından çıkmış ve savrularak hedefine giden bir ok gibi aceleciydi. Tek fark benim gitmek istediğim bir hedef yoktu. Karanlık çökmek üzereyken, neden girdiğimi dahi bilmediğim bir sokakta, adımlarım tok sesle yankılanıyordu. Attığım her bir adımda, her şeyden uzaklaştığımı hissetmenin verdiği büyük ve muazzam haz başımı döndürecek boyutta beni mutlu ediyordu.
Tenha sokaktan çıktığımda, beni karşılayan kalabalık ve hareketli caddeye boş bakışlarla bir süre bakındım. Yükselen kahkaha sesleri, bu seslerden rahatsız olduğunu belirtmek istercesine homurdanan asık suratlar, köşelerde ısınmak istercesine birbirine sürünen sokak hayvanları ve diğer tüm canlılar..
"Canlı bir şehir," diye fısıldadım, kapüşonumu kapatırken. Birkaç adımda kalabalığa karışarak yoluma devam ettim. "Nefes almayı yaşamak zanneden suretlerle dolu, cansız ruhların cirit attığı canlı bir şehir."
Fark etmeden yine oraya gidiyordum, biliyorum. Sokakların üzerime sinen pis kokusuna yanından geçtiğim insanların güzel kokuları karışırken, umursamadan adımlarımın beni götürdüğü yere, ona ulaştım. Bir süre ayakta dikilirken başını kaldırıp bana bakmasını bekledim. Geldiğimi biliyordu; o başını kaldırmadı ve ben de oturmadım.
"Her bekleyiş seni istediğine ulaştırmaz," dedi, yüzü gibi kırışmış sesiyle. "Bazen senin de çabalaman lazım, otursana."
Dediğini yaparak, eskimiş ahşap sandalyeye oturdum. Elindeki, tahminen yıllar öncesine ait olan, gazeteyi kapatarak bakışlarını bana çevirdi. Kahverengi gözleri benimkilerle buluştuğunda, her zamanki gibi gülümsedi. "Bu aralar çok geliyorsun," dedi, yargılamaktan uzak bir ses tonuyla.
"Öyle," derken, sesim çatallaşmıştı. Yutkunurken bakışlarımı ellerime indirdim. "Canım sıkılıyor."
"Sıkılıyor mu yoksa acıyor mu?"
"Acı çekmeyeli uzun zaman oldu," dedim.
Hafifçe gülerken, yaşlı bedeni sallandı. Parmakları kırlaşmış saçları arasında gezinirken, başını iki yana salladı. "Alışmak kötü," dedi. "Daha kötüsü ise farkına varmamak."
"Ölüm, eskisi kadar korkutmuyor beni," dedim birden. Buz tutan ellerimi üzerimdeki solmuş ceketimin ceplerine yerleştirdim. "Ölmek, kulağa hoş gelmeye başladı."
Cümlelerime şaşırmadan, bana bakmaya devam etti. Paltosunun cebinden çıkardığı metal kutudan, sarı filtreli bir sigara aldı. Kibriti çakarken, bakışlarım yanmayı bekleyen sigaradaydı. "Yani?" dedi, ilgisiz bir tavırla.
"Anlamadım," dedim. Sigaranın dumanı, gökyüzüne süzüldü.
"Öl o zaman," dedi, keskin bir sesle. Daha iki nefes çektiği sigarasını, yere attı ve üzerine bastı. "Seni durduran ne? Zaten yaşamıyorsun, öl ve tamamla döngünü. Öl ve yaşamak isteyenlerin oksijenlerini boşuna çekme o ciğerlerine."
Zaten yaşamıyorsun, öl ve tamamla döngünü.
Hiçbir şey demeden ayağa kalktım. Ardıma bakmadan, geldiğim gibi attım adımlarımı. "Yaşayacak cesaretin yokken ölebilir misin sen?" diye seslendi arkamdan. Cevap vermedim, yürümeye devam ettim. Harabe binadan çıktığımda, yağan yağmur karşıladı bedenimi. Kapüşonumu hışımla başımdan çektim, yağmuru hissetmek istiyordum ve koşmak, nefesim kesilene kadar koşmak.
Bacaklarım birbirlerine çarparken, büyük bir güçle koştum. Yağmurdan dolayı ıslanan yer kaygandı; düştüm, yuvarlandım, umursamadım. Tekrar kalktım ve koşmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÖNÜK YILDIZLAR [+18]
Подростковая литература"Yıldızlar ölür," dedi, bakışlarındaki parıldamaların söndüğünden habersiz. "bazı yıldızlar, sessiz ölür."