Bir hikâyenin daha sonuna gelmiştim. Elimdeki fareyi kaydırıp yorumları okumaya başladım. Genellikle aynı şeyler yazıyordu. Çok beğendim. Harikaydı ve ağladım. Peki ben? Ben neden ağlamamıştım. Arkadaşlarımın dediği gibi duygusuz kaltağın biri miydim? Aslında hayır. Onlar benim ağladığımı görmüyordu. Nasıl canım yandığımı. Kalbimin parçalara ayrıldığını bilmiyordu. Onlar her şeyi bildiklerini sana sadece bir avuç aptal varlıklardı.
Ağlamak sadece gözyaşlarının akması değildi ki? Kimi insan gülerken ağlıyordu. Nasıl biliyor musunuz? Her darbeyi yediğinde, biraz daha dibe battığını hissettiğinde, ağlamamak için dişlerini kırarak sıkmak zorunda kaldığında yüzünde sadece ufacık bir tebessüm koyup karşında kim varsa o gülüşü gösterdiğine. Evet, ağlarken gülmek tam olarak bu oluyordu. Ama karşındaki insan ise senin ağladığını görmüyordu. O sadece senin biraz daha kaşındığını düşünüyordu.
Ayrıca her insanda ağlarken gözyaşlarını dökmek zorunda değildi. Ağlamamın binlerce çeşit eylemi vardı bana göre. Dışarıdakiler benim ağlamadığımı düşünüyorlardı ama ben her fırsatta ağlıyordum. Canım yanıyordu. Onlar benim arkamdan çok şanlı bir kaltak havasından geçilmiyor diyorlardı? Onlar benim arkamdan bir sürü şey diyor ama ben onlara sadece gülüyordum. Belki de aralarından birinin beni görmesini istiyordum. Ağlamamı görmelerini istiyordum ama kimse görmüyordu. İnsanlar gerçekten kör ve sağır olmuşlardı.
Şanslı mıydım? Dışarıdan bakılırsa öyle. Sonuçta doktor çocuğu olmak insana biraz ego katıyordu. Çok yakışıklı bir ağabeyim var ve Amerika'da. Herkesi kıskandıracak kadar güzelliğe sahip bir abla ve çenesi düşük bir erkek kardeşim vardı. Tekrardan soruyorum? Şanslı mıyım? Evet. Peki, kime göre? Dışarıdaki insanlara.
Bana göre ise hayatım çok siktiri boktandı. Mutluydum ama mutlu değildim. Cümle size saçma gelebilir ama cidden öyleydim. Eğer bir gece normal bir şekilde evden çıkıp, akşam geldikten sonra size kötü davranmaya başlayan bir abla, onu tüm ailedeki herkesten çok seven kız kardeşini burada bırakıp Amerika'ya babamın istemediği bir kızla evlenmeye giden bir ağabey ve siktiğim bir bedeli yüzünden haftanın bir günü tam olarak beline altı tane kemer izi yiyen bir anneniz varsa ne kadar mutlu bir hayat yaşayabilirdim ki. Mutsuzdum evet çünkü ben artık kendi evimde bile ağlayamıyordum. Babam beni ne zaman ağlayarak görse "Ağlamak sadece acizliktir."derdi.
Babam ya babam saçımı okşamaz ama bana o lafı söylerdi? Peki ya ablam ya da kardeşim ağlasa onlar için her bir boku yapardı. Onların sadece istemesi yeterdi. Benim istediğim ise bağımı okşayıp "Ağlama kızım." Demesiydi. Ben doğarken herhalde dünya bana götüyle gülmüştü.
Mutlu olduğum anlar ise sadece aynı anda oturduğumuz yemek sofrasıydı. Evet, aile olduğumuzu hissettiğim zamanlardan sadece biriydi yemek sofrası. Onun dışında hatırlamıyordum.
Daldığım düşüncelerden sıyrılıp yazarın "Yazardan Not" yazısını okumaya başladım.
Öncelikle final ile ilgili özel ....
Kızın yazdığı not bile ayrı güzeldi. Bence de Doğukan ve Bahar korkak değil cesurlardı. Onlar aşkı son derece masum ve içten yaşayan insanlardı. Gerçekten Bahar ve Doğukan aşkı gibi aşklar da var mıydı? Yoksa hepsi kurgu muydu? Ya da gerçekten aşk diye bir kavram var mıydı?
Varsa neden sikik dünyama gelip benle olmuyordu. Yoruluyordum. Hayatla tek başına yüzleşmekten. Yorulduğum da sırtımı dayamak istediğim biri olsun istiyordum. Güvenebileceğim. Gerekirse onunla korkak olabileceğim ama yaşabileceğim birini istiyorum.
Cebimde titreşen telefonla aşk ilgili düşündüğüm her şey yerle bir olmuştu. Sanırım bu dünya da tek başına ölüp gidecektim. Telefonu çıkarıp ekrana bakmadan kulağıma dayadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAZAN
ChickLitO Demir'di işte. Benim sevdiğim, seveceğim ve uğruna öleceğim tek adam.