Uzun bir bölümle karşınızdayım. Yorum ve votelerizi görmek isterim. Beğenmeniz dileğiyle.
İyi ve keyifli okumalar.
4.BÖLÜM
Ben, Elif Hazan Balcı. Yağmurlu bir sonbahar akşamın da doğmuştum. Ağaçların çıplak kaldığı, rüzgârların esip gürlediği ve kuşların doğduğum şehirden göçüp gittiği bir mevsimde. Annem yağmurun toprağa değdiği, rüzgarın ağaçlardaki sararan yaprakları yere düşürdüğü, güneşin ise doğup "tan vakti" dedikleri zaman da bana Hazan ismini koymuştu.
Ağabeyim ise annemin beni eve ilk getirdiği vakit "Elif geldi." diye bağırmış ve ismimin Elif olmasını istemişti. Annem ilk başta iki tane ismim olmasına karşı çıkmış, sonra ağabeyimi kırmamak için ikinci ismim Elif'i kabul etmişti.
Elif'in anlamı yıkılmayan, yılmayan anlamına gelmekteydi. Ağabeyim o küçücük yaşta sanki benim ne kadar çok yorulacağımı anlamış ve yıkılmamam için Elif ismini koymuş gibiydi.
Ama ben Elif ismini kullanmamıştım. Ben Hazan'dım. Hazan Balcı. Ben sonbahardım. Elif ise güçlüydü. Elif yılmayandı. Elif yıkılmayandı. Hazan öyle değildi. Hazan eğlenceliydi. Hazan kırılgandı. Hazan ağlayandı.
Ta ki iki yıl önceki sonbahara kadar. İlk önce ne olduğunu anlamadan ablam bana kötü davranmaya başladı. Beni hor gördü, ezikledi ve canımı yaktı. Her zaman istediklerim ve sahip olduğum şeylere gözünü dikti. Yavaşça, nispet yaparmış gibi her şeyimi elimden aldı.
Sonra ise babam benden uzaklaşmaya başladı. Sanki aramızda görünmez engeller vardı. Ona ulaşmaya çalıştıkça benden daha da uzaklaştı. Halbu ki ben sadece ondan saçımı okşayıp, kızım demesini, gerektiği yerde bana kızmasını, öğüt vermesini istemiştim. Yasaklar koymasını, yanım da bir erkek görünce gelip bana hesap sormasını, bana beni sevdiğini söylemsini istemiştim.
Ama benim babam sanki istediklerimin tersinin anlamış gibi bana baba olmayı bırakmıştı. Ağladım, bağırdım, çağırdım. Neden böyle olduğunu düşündüm ama hiçbir şey bulamadım. Bir baba kızından neden vazgeçerdi ki? Benim istediklerimin bir önemi kalmamıştı artık onun için. Sadece iki yabancı olmuştuk. Tek fark benim halen ona ulaşmaya çalışmamdı.
O evde yaşamamı sağlayan bir ağabeyim vardı sadece. Beni ablamdan korumuş, kollamıştı. Benim yanımdaydı, yakınımdaydı. Yaşamdan zevk almamı sağlayan ve bana yaşamayı öğretendi. Canım sıkıldığında, kimseyle konuşamadığımda, konuştuğum adamdı. Ağladığımda üzüldüğümde sığındığım limanımdı. O benim her şeyimdi. Ağabeyimdi, arkadaşımdı, babamdı, idolümdü. Ama o da zamanı geldiğinde beni arkasında bırakandı.
Ağabeyim âşık olmuştu. Hem de körü körüne. İlk defa onda hissetmiştim aşkın gerçekten gözü kör ettiğine. Yanlışları doğru, doğruları ise yanlış gösterdiğine. O yüzden korkmuştum aşık olmaktan ama gelip beni bulmasını da istemiştim.
Babam ağabeyimin âşık olduğu kadını kabul etmemişti. Ağabeyim ise babama rest çekerek sevdiği kadınla Amerika'ya yerleşmişti, beni arkasında bırakarak.
O gidince sanki beni prangalara hapsetmişler gibi hissetmiştim. O gidince bir kez daha öksüz kalmıştım. O gidince canım yanmıştı. O gidince ikimizde yaşaya devam etmiştik. Ama ben yalnızlığıma mahkûm olmuştum.
Yalnızlık zordu. Hem de çok. Konuşacak, dertlerimi paylaşacak, yaşadığımı hissettirecek bir insan yoktu. Kimseyle konuşmadığım için yalnızlık içimde büyüyor ve devasa bir çığa dönüşüp beni karanlığa gömüyordu. Yalnızlık zalimdi, acımasızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAZAN
ChickLitO Demir'di işte. Benim sevdiğim, seveceğim ve uğruna öleceğim tek adam.