Saat 1.bölüm

1.7K 93 28
                                    

Evden herzaman olduğu gibi telaş içinde koşturarak çıktığım da içimden kendime, dışımdan da beni peşinden koşturan otobüs şoförüne küfür ettim. Taksi durdurmak için elimi kaldırdım ama cebimdeki paranın yeterli olmadığını hatırladığımda bu hareketimi hemen frenledim. Yeni otobüsü beklemek yerine koşmaya başladım.Hiçbir şeyi zamanında yapmamak gibi bir huyum olabilir ancak bu sefer otobüs şoförünün durakta beklemeden gitmesinden kaynaklanan bir gecikme olacaktı. Zamanı çok önemseyen biriside değilim. Ama hayatın akışına da ayak uydurmak zorunda bırakılanlardanım.
Yirmi beş yaşında, bir seksen boyunda, ne yakışıklı ne de çirkin birisiyim. Benim gibi tipler için çoğu zaman kullanılan tabir sempatik oluyor. Adım Ferit ve ben bir yazarım. Gerçi henüz ,sadece bir kitabım var. Aslında yazar adayı demek daha doğru olabilir. Kitabımı yayınlamak için iyi bir yayın evinin editörü ile randevuma geç kalmış ve koşturmaya başlamıştım. Şimdiden iyi bir intiba bırakmadığımı düşünüyorum. Kendime bir tane saat,hatta birde çalar saat almalıyım.

Hava hafif rüzgarlı ve bu rüzgar uzun kestane rengi saçlarımı savurmaya yetiyor. Yolda koşturarak ilerlerken aklımda son zamanlarda sürekli gördüğüm saat vardı. Acaba takıntı haline geldiği için mi bu rüyaları görüyorum yoksa bir anlamı olabilir mi?
Bir iskelet saat, mekanizması camından gözüküyor. Akrep ve yelkovanı birer Melek kanadına benziyor ve saat ilerledikçe sanki melek kendi ekseninde dönüyor muş gibi bir görüntü uyandırıyor. Ben böylesine bir saati nerden bulabilirim ki özel yaptırmaya çalışsam rüyada gördüğüm saat gibi olur mu? Bunları düşünmeyi bırakıp randevuma daha fazla geç kalmadan ulaşmalıyım.

Nihayet yayın evine ulaşmıştım. Tamamen aynadan oluşan kapıda ilk önce saçlarımı düzelttim daha sonrada üzerimi inceleyip kendime çeki düzen verdim. İçeri doğru bir adım attığım da sensörler çalıştı ve kapı açıldı. Girişte emekliliğine gün sayan yada hemen hemen o yaşlarda olan güvenlik görevlisi sıcak,samimi ve içtenlikle dolu gülümsemesi ile birlikte ''hoşgeldiniz'' dedi. Aynı sıcak gülümseme ile karşılık verdim. Girişin sağ ve sol tarafı boydan boya uzun koridor boyunca kitaplarla doluydu. Bir tanesini almak için elimi uzattığımda sadece üç boyutlu dekor olduğunu anladım. Kapıda duran güvenlik görvlisi dışında bunu gören olmamıştı. Kendisine tekrar gülümseyerek arkamı dönüp koridor boyunca, az önce yapmış olduğum gereksiz hareketin yüzümde bıraktığı kırmızılıkla yürümeye başladım. Koridorun sonunda sağ taraftaki sekreter masasındaki yine kapıda duran güvenlik görevlisi gibi emekliliğine gün sayan yada o yaşlarda olan hanım efendiye Merhaba dedim. Aynı tonda karşılık alınca konuşmaya başladım.'' Benim İpek hanımla randevu vardı. Kendisi müsait ise girebilirmiyim''
Bir saniye lütfen.
Telefonun ahizesini kaldırıp dört defa aynı tuşa bastı. ''Ferit Bey geldi efendim'' dedi. Ahizeyi yerine bıraktığında bana içeri girebileceğimi söyledi. Teşekkür ettim ve kapıyı iki defa tıklatıp içeri girdim.
''Buyrun hoşgeldiniz Ferit bey yanlız biraz geç kalmadınızmı.''
''Evet İpek hanım bunun için üzgünüm. Yolda kaza olmuştu ve trafik çekilmez bir çile halini almıştı. Bende koşarak gelmek zorunda kaldım.''
Yüzünde uydurduğum bahaneye inanmayan bir gülümseme oluştu. Bu gülümseme yine yüzümün kızarmasına neden oldu. Hemen hemen benim yaşlarım da bir bayandı, beyaz tenli, çıkık elmacık kemiklerine ve keskin bir yüz hattına sahip, ayrıca kömür kadar siyah gözleri de görülmeye değer. Oturduğu koltukta, masanın üzerinde ellerini çenesinin altında birleştirerek ikinci sorusunu sordu.
''Peki kitap yanınızda mı?''
''Evet'' dedim ve çantada klasör halindeki toplam 422 sayfadan oluşan kitabın tamamını masasının üzerine bıraktım.
Yine sinir bozucu bir gülümseme yüzüne oluşmuştu.
''Ferit bey bunu taşımanıza gerek yoktu. Flash bellek ile de getirebilirdiniz.''
''Biliyorum İpek hanım ama ben buradaki gibi olmasını istiyorum. O yüzden bu şekilde getirdim. Ayrıca elle yazdım ve yazı karakterinin de böyle olmasını istediğim içi....''
Sözümü kesip suratına ciddi bir tavır takındı.
''Ferit bey size bir hafta içinde olumlu yada olumsuz dönüş yapılacaktır.''
Koltuğunu geriye doğru kaydırarak ayağa kalktı. Uzun boylu ve ince ayak bileklerine sahip seksi bir kadın. İçeri ilk girdiğim anda zaten güzelliği aklımı baştan almaya yetmişti. Ve ayağa kalkıp süzülerek yürüdüğün de daha fazla etkilendiğimi söylemeliyim.
Bende hemen ayağa kalkıp kendisine doğru ilerledim. Elini uzatıp bana iyi günler diledi. Yumuşacık elini hafiften sıkarak odadan çıktım. Aslında elini tuttuğum anda bırakmayı hiç ama hiç istemedim. Soğuk bir yapısı olmasına karşın elleri sıcacıktı. İlk önce sekreter bayana, sonrada güvenlikte duran beyefendiye iyi günler diliyerek yayın evinden çıktım.
Ellerinin sıcaklığı sanki hala ellerimdeydi. Kahve rengi kadife ceketimi çıkartıp, parmağımla tutarak omuzumdan arkaya doğru sallandırdım. Öğleden sonra büfenin saati doğru ise saat 14.22 idi. Evden apar topar çıktığım için kahvaltı yapamamış, yolda küçük bir çikolata alıp yemiştim. Geniş caddede bir kafede oturup hızlı hızlı bir şeyler yedim. Neden bu kadar hızlı yemek yediğime bir anlam vermemiştim ama yinede bir iki dakika içinde tabağımdaki sandiviçi silip süpürmüştüm. Oturduğum kafede bir kaç dakika yolda yürüyenleri izledim ve hesabı ödeyip kalktım. Cadde boyu seyyar satıcıların yerlere açmış oldukları tezgahları inceleyerek yürüyordum. Gerçekten çok ilginç ürünler satıyorlardı. Ünlü markaların bire bir kopya ürünleri ip gibi dizilmiş, kadınlar tarafından inceleniyordu. Kadınlar tarafından incelenen ürünler, özensiz bir şekilde tezgahın üzerine bırakılıyordu. Bu kadınları anlamak gerçekten çok zor.
Bir kaç adım ötede sağ tarafta bir Saatçi dikkatimi çekmişti. Tezgahının önünde bir kişi bile yoktu. Hatta bazıları yere serili örtüsünün üzerine basarak yürüyor, saat satıcısı tek kelime dahi etmiyordu. Ben olsam bir kaçını çoktan pataklamıştım. Beni görünce gülümsedi.
''Hoşgeldin delikanlı, aradığın bir saat modeli var mı''
Soru beni şaşırtmıştı.
''Şaşırma evlat, yanımdaki çantada hiçbir yerde bulamayacağın modeller var.''
''Tamam madem merak ettin aradığım saat modelini sana tarif edeyim. İstediğim iskelet bir saat, camından mekanizması tamamen görünüyor. Ayrıca akrep ve yelkovanı da melek kanatları gibi ve kordonu şeffaf, böyle bir saatin var mı?''
''Evet var.''
Öyle sıradan bir evet değildi. Söylemde kesinlik ve gurur vardı. Uzun gri sakalını kaşıyıp yerdeki çantasına doğru eğildi.
Gerçekten şaşkınlık içerisindeydim. Tuhaf bir tip sanki buralardan değil gibi ayrıca pejmürde bir kılık ve uzun gri sakallar. Tezgahın başında hala benden başka kimse uğramış değil. Adam ayağa kalktı. Elinde rüyamda gördüğüm saatin aynısı duruyordu. Sesli sesli gülerek
''Ben sana söyledim. Bende her çeşit saat vardır.''
Gerçektende haklıydı. Bu rüyamda gördüğüm saatin aynısı. Sipariş verip yaptırmak istesem bile olması imkânsızdı. Ama olmuştu ve bu tuhaf görünümlü adamın elinde sallanıyordu. Allahım neler oluyor, yalvarırım aklımı koru.
''Kolunu uzat şaşkın çocuk''
''Ama fiyatını söylemediniz.''
''Bakalım koluna olacakmı. Eğer olursa makul bir fiyat belirlerim.''
Sağ elimi uzattım saati koluma taktı. Gerçekten çok güzel bir saat, insan bakmaya doyamıyor, bir saniye bile bakmadan edemiyorum.
Sesim heyecandan titriyordu, çatlayan sesimle ''ne kadar? diye sordum. Yine sırıtıyordu.
''Ceketini isterim. Benim para ile işim olmaz. Ben saatlerimi satmam sadece takas ederim. O yüzden kimsede benim tezgahı ma uğramaz.''dedi ve gülümsedi.
Gülümsemesi sanki yüzünde asılı kalmıştı. Tereddütsüz kabul ettim. Çünkü hem saatim yoktu hemde son zamanlarda rüyalarımı süslüyordu. Saat kolumdaydı. Ceketimi verdim ve arkamı dönüp ilerledim. Saatten gözümü almadan yürüyordum.
Caddenin sonuna geldiğimde, yolun kenarındaki direğin kenarına iliştirilmiş sokak saatine baktığımda, kolumdaki saatin bir saat geride olduğunu fark ettim.
Saat 15.03'dü.
Kendi kendime gülerek, tuhaf ihtiyar bari saati ayarlayıp verseydin dedim.
Hava güneşliydi, ancak rüzgar hafif hafif esmeye devam ediyordu. Sokağın tam ortasında duruyordum. Saati kolumdan çıkarmadan bir saat ileriye aldım.

Bir anda sanki bütün şehir içimden geçiyormuşçasına bir hisse kapıldım. Neler olduğunu anlamama imkan yok, etrafımdan herşey olağanca hızı ile gećmekteydi. Bir çok resim ama hepsi hareket halinde, neye benzediklerini kim olduklarını anlamak mümkün değil. Sanki 800km hızla giden bir jet yada daha hızlı giden bir şeyin içinde hapis olmuş gibiyim. Gözlerimi kapatıp bağırmaya başladım. Ciğerlerim patlayacak gibiydi.
Gözlerimi açtığımda hala bağırıyordum, gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Bu sefer daha fazla bağırmaya başladım.
Bir binanın çatısındaydım yada terasında, şiddetli bir yağmur yağıyordu ve ben buraya nasıl gelmiştim. Herşey çok anlamsızdı. Terasın ucundan bir ayağım korkulukların diğer tarafına doğru ince pervazdan aşağıya atlamak için sarkıtmıştım ve ayaklarım çıplaktı. Aşağıda mavi, yeşil pijama giyimli onlarca kişi ''atla atla atla'' diye tempo tutuyordu. Neden atlayım diye kendi kendime sordum. İntihar edecek bir ruh haline girmeme neyin neden olduğunu düşünmeden edemedim. Yağmur aynı şiddette yağmaya devam ediyordu. Elimle saçlarımı düzeltmek istedim ama saçlarım yerinde yoktu. İşte bir şok daha, saçlarımı çok seviyorum. Onları kesmeye hiç düşünmemiştim ki ama saçlarım şu an sıfır numaraydı. Üzerimde aşağıdakilerle aynı mavi, yeşil pijama vardı. Allahım bu bir kabus olmalı. Neden saçlarım traş edilmiş ve ben neden bu pijamaları giymiştim. Ayrıca bu yağmurda bu binanın terasına intihar etmek için neden çıkmıştım. Boşta duran sağ kolumdaki saat yerli yerinde duruyordu.
Teras katına çıkan mavi demir kapı açıldığında dört güvenlik görevlisi, üç polis ve birde gözlüklü, sigaradan sararmış bıyıkları olan beyaz önlüklü birisi çıktı. Merdivenlerden koşarak çıkmış olmalılar. Hepsi nefes nefeseydi, bir iki dakika nefeslerinin normale dönmesini bekledikler.
''Ferit dur! Sakın aşağıya atlama.''
''Sende kimsin?''
''Ben ben senin doktorun profesör Ege Çoşkun''
''Doktorum mu? Bu çok saçma neden bir doktorum olsun ki benim, sağlıklı bir insanım.''
''Bundan hiç şüphem yok. Ancak son bir kaç yıldır ruhsal bir sıkıntı içindesin. Ve bizler senin düzeldiğini düşünüyorduk. Ama görüyorum ki eski sorunların tekrar ortaya çıkmış durumda.''
''Ne saçmalıyorsunuz siz. Benim bir şeyim yok, gayet sağlıklı birisiyim. Ve şu an burada neden olduğumu dahi bilmiyorum.''
''Bak Ferit; seni dört yıl önce buraya getirdiler.''
Dört yıl mı? Ama bu imkânsızdı. Neden bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine getirileyim ki! Ruhsal bir sorunum yoktu. Ayrıca mutlu bir çocukluk ve heyecanlı bir gençlik dönemim vardı. Ailemin tek çocuğuydum ve bütün enerjilerini, sevgilerini benim için harcamışlardı. Bunlar her kimse yalan söylüyor olmalıydılar. Doktorun söylediklerini henüz idrak edememişken o konuşmasına devam ediyordu.
''Ferit, sen bir kitap yazmıştın. Ondört tane yayın evi dolaştın ve hiç biri yazmış olduğun kitabı beğenmedi. Sonra kendi imkanlarınla çok ucuz bir yerde kitabını bastırıp satmaya başladın.''
Doktor cümlelerini seçerek, tane tane ve yüksek bir ses tonu ile söylüyordu.
Yağmur şiddetini her geçen dakika arttırıyordu. Doktor gözlüğü çıkartıp eliyle yüzünü sıvazladı. Polisler ve güvenlik görevlileri terasta yerlerini almış, bana adım adım yaklaşıyorlardı. Doktor bir el hareketi ile onları durdurup bana yaklaştı. Aramızda en fazla beş adım mesafe kalmıştı. Ben korkuluğu tek elimle tutuyordum. Herkes haddinden fazla tedirgindi. Aşağıdaki pijamalılar ''atla atla atla''tempolarına devam ediyorlardı.
'' Bak Ferit bir talihsizlik yaşamış olabilirsin, ama kendini toparlamış ve yeni bir şeyler yazmaya başlamıştın. ''
''Ben deli değilim.'' Diye bağırdım. Bana bir adım daha yaklaşan polis şapkasını çıkarıp yer fırlattı, silahını bana doğrultarak
''Evet sen deli değilsin. Bende polis değilim, bu adam da doktor değil, biz bir binanın terasında da değiliz zaten. Bana bak seni gerizekalı manyak, eğer hemen oradan ayrılmazsan yemin ederim seni vururum.''
Gözlerinden ateş fırlıyordu ve söylediklerinde de gayet ciddi gibiydi.
Ansızın ''tamam'' dedim.
''Ancak bir dakika izin verin.''
Aşağıya atlamak istemiyordum. Ama beni alıp bir hücreye de tıkmaları isteyeceğim bir durum değildi. Polisin yerdeki şapkası yoğun yağan yağmurun, terasta oluşturduğu su birikintisinde yüzüyor du. Doktora baktım ve ''saat kaç''diye sordum.
Doktor önce gözlüğü nü taktı, sonra kolunda saat olmadığını fark etti. Kızgın polis memuru:
''Saat tam tamına 15.03 gerizekalı''dedi.
Ama bu olanaksızdı. Saati aldığımda sokağın köşesindeki direkte asılı duran saatle aynıydı. Kolumdaki saate baktığımda 14.03'ü gösteriyordu. Tam bir saat gerideydi. Sırtı mı terasta, yüzümü de aşağıda ''atla atla atla''temposunu tutan pijamalılara döndüm. Korkuluğa tutuduğum tek elimi bırakarak, saatin pimini çevirdim ve kendimi aşağıya doğru boşluğa bıraktım.
Ağır çekimde aşağıya doğru inişe geçtiğimde doktorun hayır dediğini duydum ama bunun için artık çok geçti. Yağmur damlaları sırtımda âdeta dans ediyordu ve yerde yüzüme doğru gelen sıcaklığı nasıl tarif edebileceğimi bilmiyorum.
Saat en son 15.10'gösteriyordu.......

1. Bölümün sonu

SAATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin