"Yeni evine hoşgeldin kızım."
'Kızım mı? Bu kadarcık zamanda bu yakınlık normal miydi?'
Ön cebinden çıkardığı anahtarlıkla kapıyı açtı. Başımı hafifçe açılan kapının girişine uzattım. İçeri doğru yürümeye başlamıştım ki yanımda duran ve ayakkabısını çıkaran babam konuştu.
"Yalnız içeriye ayakkabılarla girmiyoruz."
'Dilek sanki sende normalda evinde ayakkabı ile geziyorsun bu rahatlığa bak.'
"Şey pardon." diyerek ayakkabılarımı yavaşça çıkardım. İçeride gördüğüm vestiyerle ayakkabıları elime alıp oraya koydum.
Babam çoktan içeriye geçince hızla arkasından onu takip ettim. Nasılsa evi bilmiyordum. Salon olduğu sandığım odanın kapısını sanki gerilim filmi çekiyormuş gibi yavaş yavaş açtı. Kapının menteşeleri yağlanmamış olduğundan gıcık bir ses bulunduğumuz alanı dolduruyordu.
İçeriye girdiğimde siyah tonlarında mobilyalar karşıladı beni. Eşyalar çoğunlukla yeni ve modern gözüküyordu. Bu hoşuma gitmişti. Arka tarafta koyu kahve tonlarında yemek masası vardı. Duvarda asılan aile tabloları. Tabloda 3 erkek, bir baba ve aileden olmadığı son dakika belli olan bir kız. Ben sakince odayı gözlerimle süzerken, kapı tarafında omzunu duvara yaslamış olan babamın bakışları üzerindeydi. Onu umursamadan televizyon ünitesiyle bağlı olan dolaba ilerledim. Gördüğüm resimle hafifçe kaşlarım çatıldı.
"Bu fotoğraftaki kadın kim?"
Bana cevap vermek yerine arkasını dönüp salondan ayrıldı.
'Bu adam nereye gidiyor anasını satayım. Ben az önce daha yeni babam oldugunu öğrendiğim adamdan trip mı yedim.'
Bir süre koltukta oturdum, belki geri gelir diye. Aradan 10 dakika geçtikten sonra artık dayanamayıp ayağa kalktım. Bana cevap vermemesi az önce olan merakımı daha da artırmıştı.
Salondan çıktığımda konuşma sesleri duydum. Çok yüksek olmasa da sesi geliyordu. Seslerin sonu en sonunda mutfağa çıktı.
"Evet geldi...tamam erken gelmeye çalışın...tamam...dikkkatli gelin aceleye gerek yok...görüşürüz."
Derin bir nefes alarak burada olduğumu belli ettim. Ben hala o kadının kim olduğunu öğrenemedim.
"Hala bir cevap bekliyorum?"
"Sence de kim olduğu çok belli değil mi?"
Ne demeye çalışıyordu bu adam. Ne belliydi.
'Ne demek ne belli miran.'
Aklıma gelen sözle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Ne demeye çalışıyorsun anlamıyorum."
Derin bir nefes aldı önce. Kendini sakinleştirmeye çalışır bir hali vardı."O kadın senin annen dilek. Seni, abilerini ve beni bir hiç uğruna terk eden kadın o." Son sözlerini tiksinerek söylemişti. Kadını, yani annem olacak kadını tanımasam bile bu olaydan sonra istemsiz bir iğrenme geçti içimden. Bir kadın, bir anne bunları nasıl yapabilir anlamış değilim.
"Ne zamandan beri?"
"16 yıl önce."
Kafamı hafifçe sallayıp göz temasımızı kestim. Yanımdaki adamı ne övütecek ne de acısını dindirecek sözlerim vardı.
'Kırk yıllık arkadaşın gibi birde teselli mı edeceksin adamı.'
Ayağa kalkan babamla başımı kaldırdım."Kahve yapıyorum. İstiyor musun?"
Başımı olumsuzca salladım."Çay var mı? Ben çay koyayım."
Yüzünde kısa bir şaşkınlık ifadesi geçti ama çabuk toparladı. Sanırsam evi bu kadar benimsedigime şaşırmıştı. Kendine gelince cavap verdi.
"Evdekiler fazla çay kullanmıyor. Çoğunlukla kahve içiyorlar ama şu dolapta var. İsteğin zaman kullanabilirsin."
Onu başımla onaylayıp çayı demlemeye başladım. Kısa bir sessizlikten sonra konuşmayı başlatan o olmuştu.
"Aç mısın? Bendeki de soru. Tabi ki de açsın. Sabahtan beri hastanedeydik zaten. Buzdolabında yiyecek birşeyler bulabilirsin istersen."
Omuz silkerek buzdolabına doğru yöneldim. Hiç hayır diyemezdim çünkü sabah kahvaltı bile etmemiştim. Dolabın kapağını açtığımda kaşlarım direk çatıldı. Dolap in yarısı boştu ve çoğunluk abur cubur tarzı şeyler vardı. Cidden bunlar böyle sağlıksız şeyler ile mı besleniyorlardı.
"Bu dolapta yiyebilecek birşey yok. Alışverişe en son ne zaman çıktınız acaba?"
"Geçen gün çıktım niye?"
"Dolapta yenilebilecek birşey yok."
'noddle da mı yok be abla o da mı yok.'
Elini ensesine koyarak kaşıdı ve gözlerini kaçırdı. Kocaman savcı gözlerimin önünde utanmıştı nerdeyse.
'Baban olmasa bu harekete düşeceğini ikimizde biliyoruz. Ama o senin baban baban!!'
"Evde dört erkek yaşıyoruz. Zaten yemekleri genellikle dışardan söylüyoruz. Benimde pek yemek yapabildiğim söylenemez. Anca yumurta."
Ellerimi çaktırmadan dudaklarıma getirdim. 40 yaşındaki adamın karşımda kıvranması komiğime gitmişti doğrusu. Başımı 'anladım' dercesine salladım. Adam bir yandan haklıydı. Koca savcı eve gelip 4 kişilik bir yemek hazırlayacak hâli yoktu. Aslında istese yaparlardı ama olsun.
...............
Birkaç saat içinde savcı beyin markete çıkması sonucu pilav, karnıyarık ve cacık üçlüsünü hazırlayabilmiştim.
Mutfağa karşı ayrı bir ilgim vardı bilmiyorum. Yemek yapmak ayrı bir hobiydi benim için. Yada çocukluktan beri yemek yapmaya alıştığım içindir. Emin değilim.
Ben yemekleri tabaklara yerleştirirken babamda dolu olan tabakları masaya götürüyordu. Her tamamlandıktan sonra kapı çalmıştı zaten. Babam önce bana bir süre bakıp sonra kapıyı açmak için odadan ayrıldı. Bende arkasından yürüyordum. Nefes al. Nefes ver
Nefes al. Nefes ver.Açılan kapı ile üç uzun boylu erkek topluluğu girdi içeri. Haoyh maşallah. Allah var hepsinin de eli yüzü düzgündü.
"Hoşgeldiniz."
"Hoşgeldin."
Aynı anda konuşmamızla siyah sweatliyle göz göze geldik. Adam sen bu eve geldin hani, ben niye hoş geliyorum.
"Şey, yemekler soğumasın." Hiç kimse konuşmayınca yemekleri bahane edip sessizliği sonlandırdım.
"Baba inşallah yine makarna yoktur . Ben sedata söyleyim lahmacun yapsın getirsin."dedi fısıldadığını umarak ama odadaki herkes o siyah sweatli adama bakıyordu.
"Ne? Açım oğlum. Kahvaltıyla duruyorum. Ben bugün kaç ameliyata girdim haberiniz var mı?"
"5 dakika aranda bir şey atıştırsan doyarsın Can. O senin aç gözlüğünden. Doymuyorsun."
"Abi ne yapayım? Şimdi-" babam Can denen adamın sözünü kesti.
"Tamam susun. Bu gidişle soğuk yemek yiyeceksiniz. Herkes sofraya haydi." Dedikten sonra herkes masaya yerleşti.