an another love story

95 12 171
                                    

Alnından akan teri sildi genç adam. Hava sıcaktı ve çalıştığı oda fazlasıyla boğucuydu. Masanın üzerindeki suyunu kafasına diktikten sonra içine yayılan rahatlama hissiyle geriye yaslandı. Sabahın erken saatlerinden beri babasının tarifine göre bu zorlu kürü hazırlıyordu. Sonunda bitirmişti. Sesli bir nefes verdi. Daha siparişleri götürecekti.
Kolları isteğinin dışında aşağı sarkarken içeri annesi girmişti. Anlaşılan bugün ona dinlenmek falan yoktu.

"Tatlım? Bitirdin mi?"

Sessizce başıyla onayladı.

"Ellerine sağlık bir tanem, hadi annesinin kuzusu, şu paketleri bi koşu git de götürüver. Sen gelene kadar ben de yemeği hazırlamış olurum."

"Nereye gidecek?"

Kadının yüzüne şefkatli bir gülücük yerleşti, ardından elindeki kese kâğıtlarını tek tek masaya bıraktı.

"Şu Ackerman malikânesine gidecek, şuysa Sasha için Kirchteinlara."

"Bu kadar mı?"

"Bu kadarcık annem, bugün hazırladığın kürü Bayan Roberta kendisi gelip alacak."

"Pekala, o zaman ben gidiyorum."

"Dikkat et kendine."

"Ederim."

Kadın odadan ayrılırken genç adam da ayaklandı. Keseleri alırken kendi odasına doğru ilerledi. Elindekileri yatağının üzerine bırakıp terli tişörtünü değiştirdi. Ackerman malikânesine uğrayacaktı, temiz ve hoş olmalıydı. Bol bol parfüm sıkıp son bir kez saçlarını düzelttikten sonra aynanın karşısından uzaklaştı.

Kucağındaki kese kağıtlarıyla beraber kalabalıktan uzaktaki, adanın çayırlarına kurulu gösterişli yapıya doğru rotasını çizdi. Bu bina ve geniş arazi Ackermanlar'ın ruhunu sonuna kadar yansıtıyordu. Gösterişli, asi olduğu kadar asil ve soğuk. Her ne kadar acımasız ve soğukkanlı görünseler de aslında çok nazik insanlardı Ackermanlar. Özellikle de ailenin en küçüğü... Mikasa Ackerman.

Genç adam aklından asla çıkmayan bu ismin sahibini anarak gülümsedi. Şansı varsa onu görebilirdi. Hatta belki küçük bir öpücük bile çalabilirdi. Divane divane kıkırdayıp yeşil gözlerini yaklaştığı yapıya dikti.

Dış kapıdan içeri girip bahçıvana selam verdi. Ardından malikânenin ana kapısına yöneldi. Birkaç çalışın ardından gösterişli tahta parçası aralandı. Hizmetlilerden biri açmıştı.

"Buyrun?"

"Bayan Ackerman burada mı? Siparişini getirmiştim."

"Kim gelmiş Hannah?"

İçeriden başka bir kadın sesi yükselmişti. Hannah denen hizmetli hemen yanıt verdi:

"Doktor Jeager'ın oğlu gelmiş, efendim. Siparişinizi getirmiş."

Mermer zeminde yankılanan topuklu ayakkabı tıkırtılarıyla genç adamın görüş açısına onun için dünyanın en güzel kadını olan insan girdi. Her zamanki gibi diğer soylu kadınların giydiği elbisenin aksine üzerinde hoş bir gömlek ve bol bir pantolon vardı. Beyaz gömleğin açık olan düğmelerinden boynuna asılı gümüş kolyeler belli oluyordu. Parmakları yüzüklerle doluydu. Kısacık siyah saçları düzenliydi. Topuklu ayakkabının tıkırtısı yaklaştıkça oğlanın midesi daha da kasılıyordu. Heyecanlanmıştı yine. Kadın dolgun kırmızı dudaklarını araladı ve mükemmel ses tonuyla konuştu:

"Hannah, sen gidip işinle ilgilenebilirsin. Paketi ben alırım."

"Peki efendim, izninizle."

Hannah saygıla eğilip hızla oradan tüydü. Evin içinde karşılaştığı diğer hizmetlileri de hole gitmemeleri konusunda uyardı. Ackermanlar rahatsız edilmeyi hiç sevmezdi...

cinnamon girl  |  jeansasha ×askıya alındı×Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin