Göğsümüzü kasıp kavuran o ağrının sebebini hiçbir zaman anlamayacağız. Bazen düşüncelerimiz sanırız, bazen yaşadığımız travmalar deriz sebebine. Herkes yaşadığı şeylere göre yorumlar ağrının sebebini. Geceleri zehir olur, gözünüze bir damla uyku girmesine izin vermez. Ne sabaha inancımız kalır ne de geleceğe dair olan hayallerimize. Jihoon neye olan inancını yitirmişti belki de hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Ya onu deliye çeviren de öldüren de aynı şeyse ? Eğer sebebi buysa gerçekten, kendimi hiçbir zaman affetmeyecektim; ona deli dediğim için, söylediği şeyleri dikkate almadığım için, hatta bazen dalga geçtiğim için. Defalarca anlatmaya çalıştı belki de bize kelimelerle, bizse nasılsa delidir ne yapsa, ne dese yeridir diyip dinlemedik bile. Şimdi göğsümde bunun ağırlığıyla Jihoon'un odasında - gözyaşlarını, hıçkırıklarını, umutlarını, hüznünü, özlemlerini sakladığı odada - yerde uzanıyorum. O gün Jihoon'u indirdiğim tavana bakıyorum saatlerdir ve biliyorum ki o görüntü bir daha gözümün önünden gitmeyecek, ben bir daha kimseye deli demeyeceğim, sevmediğim biri bile olsa ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinleyeceğim, ölüm sessizliğinde olsa bile derininde söylediği yüksek desibelli şarkıyı duymaya çalışacağım. Tıpkı şu an ölüm sessizliğimle beraber yerde uzandığım ve kimsenin duymadığı o şarkıyı söylediğim gibi. Bir süre daha öylece yerde uzandıktan sonra kendimi biraz da olsa toparlamaya çalışıp yerden kalktım. Kalkarken kanepenin dibinde duran kahverengi rengi defter ve yanındaki birkaç kaset dikkatimi çekti. Kanepeyi öne ittirip yerdeki defter ve kasetleri elime aldım. Defterin arasından birkaç tane fotoğraf düştü. Kanepeyi yerine ittirip az önce kalktığım sert zemine yeniden oturdum. Resimde iki oğlan vardı ve bir tanesi Jihoon'dan başkası değildi. Kömür gözlü, uzun , parlak siyah saçlarıyla oldukça güzel bir oğlanla sanki ilk defa gülümsemeyi öğrenmiş biriymiş gibi gülmüştü. O an yaşadığı mutluluğu hissetmek istemiştim çünkü ben Jihoon'u hiç gülerken görmemiştim. Geri kalan fotoğraflarda da aynı şekilde gülümsüyorlardı. Belki de bu fotoğraflar Jihoon'un güldüğü son fotoğraflardı. Defteri açıp açmamak konusunda kararsız kalmıştım. Sonuçta bu özel bir şeydi ve okumamı istemeyebilirdi. Bir süre düşüncelerimle boğuşurken meraklı tarafım ağır bastı ve defterin ilk sayfasını açtım."Öncelikle, merhaba."
"Merhaba Jihoon " dedim karşılık olarak, sanki beni duyabilirmiş gibi.
" Eğer bu defteri okuyorsan, ben de, canımdan çok sevdiğim, küçüğüm, hiç geçmeyecek olan yürek sancım da bu dünyadan yitip gitmiştir. "
O an anladım ki Jihoon, başından beri her şeyi planlamıştı.
" Lütfen kızma bana bunu yaptığım için. Söylemek isterim ki sen elinden geleni yaptın. Çünkü şu an bu defteri okuyabiliyorsan eğer, diğerlerinin aksine deli olmadığımı düşünmüş, gözlerimin etrafında oluşan ve çoktan boynuma dolanmış mor halkaların farkına varmış, yürek sancılarımın sesini duyabilmişsindir. Bunun için sana teşekkür ederim, çünkü bana inandın ve küçüğümden sonra bunu yapabilen tek kişi oldun. Birinin okuyacağına dair çok inancım yok ama olurda bir okursa diye; Okurken yorulursan eğer,derin bir nefes al ve kendine bir kahve yap. Evi kendi evinmiş gibi kullanmaktan da çekinme."
Meğer Jihoon günlerce gözlerime bakıp yalvarmış, "Beni kurtar." diye. Öyle bir sağırmışım ki, öyle bir tıkanmış ki kalbime giden yollar duyamamışım onu ben.
" Sana bu defterde birkaç kelime bırakacağım. Okuduktan sonra lütfen mezarımın bir köşesine sıkıştır benim için olur mu ? Senden başka kimse okusun istemiyorum. Sürekli kendimden bir şeyler feda ederek, yara bere içinde kalan dizlerimle, çaputa sardığım tırnaklarımla geldiğim bu uzun yoldan, birileri benim de geçtiğimi bilsin istedim sadece."
Çaresizliğin içinde, çaresizce bir çare aramak nasıl hissettirir ? Yok olurken yavaş yavaş yeniden doğmaya çalışmak nasıl bir histir ki ? Birinin sana elini uzatmasını bekleyerek mi geçirirsin günlerini yoksa birilerinin sana umut tohumları ekmesini bekleyerek mi ?
" Biliyorum, ben bu dünyada belki de ölmeyi hak eden son kişiyim, kozasından çıkamadan ölen kelebekler, savaşın ortasında ümitsizce can veren masum çocuklar varken ben bu ölümü hak etmiyorum. Söylediklerim bana olan kızgınlığını geçirmeyecek, hatta belki bencil olduğumu düşüneceksin. Ama dünyada hâlâ senin gibi insanlar varsa, sakın ümidini yitirme; bir gün Dünya'yı kurtaracağınıza inanıyorum, silahlarla değil hem de toplarla, bıçaklarla, mermilerle değil, sevginizle. Sevginin gücüne olan inancını sakın ola yitirme. Okuyacakların ve izleyeceklerin yüzünden de gözyaşı dökmeni istemem, çünkü bilmeni isterim ki ben en çok o zaman mutluydum; Hâlâ sevgiye sahipken, güneş tepeden doğarken, gecem gündüzüme girmemişken..Sâhi, sen sevildin mi hiç ? Yüreğin göğsüne sığmayacakmış gibi hissettin mi ? Eğer hissetmediysen, özür dilerim senden, en büyük sevgiyi sen hak ediyorsun. İyisin ve en önemlisi beni görebilmişsin. Bunun anlamı koca bir kalbin var demektir, o kadar büyük ki beni bile sığdırabilmişsin içine. Kalp gözünle bakmışsın bana,zira insan kalp gözüyle bakmadığı müddetçe göremez ya hani, ondan. "
Buğulanan gözlerimi sildim. Önümü göremeyecek haldeydim ve yazıları okuyamıyordum. Gözyaşı dökme demişti ama arkasında bıraktığı şeylerin ağırlığını düşünmemişti belli ki. Saatlerce ağladım belki,soğuk iliklerime işleyinceye kadar.
Belki de Jihoon sevgiye olan inancını yitirdiği içindi. Belki de Jihoon küçüğünden sonra hiç sevilmediği için ölümü kendine müstehak görmüştü. Zira sevgisiz kalan bir insan koca bir ordudan daha tehlikeli, küçük bir çocuktan daha savunmasız ve ölüme en yakın olanlardır. Ve ne yazıktır ki insanlar onları görmek yerine kör kalmayı tercih ederler. Zamanında hepimizin Jihoon'a kör kaldığı gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bundan Böyle Denizler Sarsın Seni.
FanfictionYardılar göğüscüğünü, içinden alev almış ayçiçek tarlaları çıktı. Neden alev aldığını sormadılar, çünkü alevlerin sebebi oldular. 🌻