Çürümüş ruhuna çiçekler diktiler mi ?

73 21 25
                                    

Günlerdir oturduğum zeminden kalmak istemiyordum. Öğrendiğim şeyler altında ezilirken hiçbir şey düşünemiyordum. Günlerdir ağlamaktan yanan gözlerim artık benliğime isyan etse de bir dakika bile kapatmamıştım gözlerimi, çünkü biliyordum, kapattığım an da gözlerimin önünde Jihoon' u ve bana, o çaresizlik içinde attığı bakışları gözümün önüne gelecekti. Hyunsuk'un mektubuna başlamak istemiyordum. Henüz Jihoon'un kelimelerini aşamamışken Hyunsuk'un kelimelerini aşabileceğimi hiç sanmıyordum. Kim bilir neler bırakmıştı, hangi sancısını dökmüştü kelimelere... Cesaretimi kazanana kadar evin içinde dolanmaya karar verdim. Önce yatak odasına, oradan mutfağa, Jihoon'un izlerini bıraktığı her yerde biraz vakit geçirdim. O sırada daha önce hiç fark etmediğim bir oda dikkatimi çekmişti. Kapısında, üstünde biri mavi biri mor olan iki anahtar asılıydı. Kapıya doğru yavaşça adımlarımı attım. Tam kapıyı açacak iken zilin çalması beni ürkütmüştü, aynı zamanda da şaşırtmıştı. " Kim gelmiş olabilir ? " diye düşündüm kendi kendime. Hızlıca kapıya yürüdüm ve kapıyı açtım.

- Aman Tanrım Yoshi. Sonunda buldum seni- Nolmuş sana ?

Gelen Doyoung'tu. Muhtemelen ağlamaktan kızarmış ve morarmış gözlerim onu şaşırmıştı.

- İçeri gir.

Doyoung içeri girdiğinde kapıyı kapattım ve kalktığım soğuk zemine tekrardan oturdum.

- Tanrı aşkına Yoshi. Günlerdir arıyorum ama telefonlarıma cevap vermiyorsun, mesajlarıma dönmüyorsun. Evde de yoksun zaten. Günlerdir burada olduğunu söyleme sakın bana.
- Günlerdir burdayım ?
- Ne yapıyorsun burada ? Gözlerinin hali ne böyle ?

Bakışlarımı Doyoung'a çevirdim. Doyoung etrafı inceliyordu. O sırada yerde duran fotoğraflar gözüne çarpmış olacak ki yavaşça televizyona doğru yürüdü ve önüne oturup fotoğrafları eline aldı.

- Jihoon mu bu ? Yanındaki kim ? İlk defa gülerken görüyorum onu.
- İlk ve son gülüşü zaten.

Cevabım onu şaşırtmıştı. Bakışlarını bana çevirdi.

- Ne halt çeviriyorsun burada ? Nereden buldun bu resimleri ?
- Uzun hikaye.

Doyoung'u oturma odasında bırakıp girmek üzere olduğum odaya yöneldim. Doyoung'ta peşimden gelmişti. Kapıyı açtığımda odadaki koku başımı döndürmüştü. İçeri girdiğimde daha yeni dinmiş gözyaşlarım tekrardan yerini almıştı. Jihoon bütün duvarları ya Hyunsuk'un fotoğrafları ile ya da beraber çekindikleri fotoğraflar ile süslemişti. Odayı ise onun kokusuyla doldurmuştu.

- Yuh ! Bizim deli Jihoon'a bak sen !
- Deli değil Jihoon. Kesin şunu söylemeyi.

Doyoung tepkime şaşırmış olacak ki bakışlarını bana çevirdi.

- Ne oluyor yahu sana ?

Yavaşça duvara yaklaştım ve gözlerimi kapatıp fotoğraflara dokundum. Sanki o an onlarla berabermiş gibi gülüşmelerini, kahkahalarını, birbirlerine seslenişlerini duydum. Gülümsemem ile gözyaşlarım birbirine karışmıştı. Yavaş adımlarla bütün odayı tüm odayı turladım.

- Jihoon deli değildi, hepimizden daha akıllıydı, hepimizden daha yaralı, hepimizden daha sancılıydı da hepimiz kördük. Onunla alay ettik, hep şakaya vurduk söylediklerini. Oysa o kelimelerin altında yatan o kadar çok şey var ki... Onun içinden bir şeyler koparken, biz gülmeye devam ettik. O öldü, biz yaşadık.

Gözlerimi açtım ve Doyoung'a baktım. Yavaş adımlarla yanıma yaklaştı ve beni kendine çekip sarıldı. Sanki günlerdir buna ihtiyacım varmış gibi hıçkırıklarımı saklayamadım. Başka birinin acısını nasıl bu kadar acıtabilirdi ki yüreğimi ? Nasıl yakardı canımı bu denli anlamlandıramamıştım. Belki de kör oluşumuz, vicdanımın sızlamasının asıl sebebiydi.

- Günlerdir tek başına burada, Jihoon'un anılarıyla mı kalıyorsun ?
- Evet, yaşatamadığı aşkını biraz da olsa tekrardan yaşatmaya çalışıyorum.
- Neden bize anlatmayı denemedin hiç ?
- Hâlâ ona deli derken, nasıl anlatabilirdim size olanları ? Her neyse, sen niye arıyordun beni ?

Geri çekildim ve Doyoung'un yüzüne baktım.

- Arkadaşların olarak merak ettik seni.

Kafamı aşağı yukarı salladım. Burnuma dolan güzel kokunun kaybolmaması adına Doyoung'u kapının dışına sürükleyip tekrardan kapıyı kapattım. Onlar adına bir şeyler yapmak istiyordum. Ben de ölsem bile yine de birilerinin haberi olsun, onları da sevgilerini de ansınlar istiyordum.

- Sen birini sevsen ne yapardın ?
- Sevdiğimi söylerdim ?
- Doyoung... Birini sevdiğinde illa o iki kelimeyle söylemek mi gerekir ?  İnsan anlatamaz mı gözleriyle, hisleriyle, davranışlarıyla ? Mesela " Çürümüş ruhuma çiçekler dikiyorsun."  dediğinde yine de sevdiğini söylemez sayılmaz mısın ?
- Bilmem, sayılırsın herhalde.
- Peki kalıcı bir şey yapmak istesen ne yaparsın ?
- Şiir yazarım ya da resim falan çizerim. Söz uçar ama kelimeler ve resimler kalır ne de olsa.

Söylediği şeyle gülümsedim. Haklıydı. Mahallenin ortasında duran büyük duvara Jihoon ve Hyunsuk'un en parlak gülümsediği resimi çizecektim. Böylece herkes onları bilip, tanıyacaktı. Hemen Doyoung'u kolundan tutup kapıya doğru sürükledim.

- Ne oluyor yahu yine ?
- Teşekkürler Doyoung.
- Bu sorumun cevabı değil ?
- Öğreneceksin onu da.

Anahtarı alıp, kapıyı kilitledikten sonra hızlıca bir boyacı dükkanı aramaya koyuldum. En yakın dükkana vardığımızda neredeyse evden 1 kilometre uzaklaşmıştık.

- Bugün canıma okuyacaksın belli oldu. Ama hâlâ ne yapacağımızı anlamadım.
- Boya alacağız ve mahallenin ortasındaki büyük duvara Jihoon ve Hyunsuk'un resmini çizeceğiz.
- Güzel sanatlar okuduğum için şanslısın.
- O yüzden şu an yanımdasın.

Boyaları alıp, mahalleye döndüğümüzde çoktan akşam olmuştu bile.

- Ben Jihoon'dan başlıyorum. İstersen sen de Hyunsuk'tan başla. Böylece daha hızlı biter. Sabah olmadan bitirelim şu işi. Polisler ensemize binerse yanarız.
- Teşekkür ederim bir kez daha.

Doyoung'a gülümsemeyle baktım. Bazen mızmızlansa da ihtiyacım olduğunda her zaman yanımdaydı. Boyaları açıp fırçayı batırdım. Fırçayı duvara her sürdüğümde karnımdaki kelebekler yavaşça kanat çırpıyordu. Onlar adına bir şey yapabildiğim için mutluydum ve asla buna pişman olmayacaktım. Resim bittiğinde tekrar Jihoon'un evine dönüp Hyunsuk'un mektubunu okuyabilirdim. Eskiye göre kendimi biraz daha rahat hissediyordum. Uzun bir süre sessizlik içinde - kafamın içindeki sesler susmasa da kulağıma dolan ekstra bir ses olmadığından - duvarı boyadık. Bitmişti ve resmin tamamını görmek için can atıyordum. Geri adım atıp uzaktan boyadığımız duvara baktım. O kadar güzeldi ki... Onların parlak gülüşü artık bütün mahalleyi aydınlatacaktı. Belki sonradan gelenler onların kim olduğunu bilmeyecekti ama en azından göreceklerdi.

- Yoshi ?
- Efendim Doyoung ?
- Sen çok sevdiğini kaybetsen ne yapardın ?
- Büyük ihtimalle ben de Jihoon gibi bu acıya katlanamazdım. İnsan çok sevdiğini kaybedince, her şeye yabancı kalıyor, kendini hiçbir yere ait hissetmiyor.

Bakışlarımı Doyoung'a çevirdim. Kafasını aşağı yukarı salladı. Neden birden bire böyle bir soru sordu anlamasam da üstelemedim. Boyaları toplayıp Jihoon'un evine doğru yürüdük. Boyaları kapının kenarına bıraktıktan sonra kapıyı açıp, içeri girdim.

- Tekrardan teşekkürler. Yanımda olduğun için ve boyamama yardım ettiğin için.
- Sorun değil. Senin için her zaman burada olacağım.

Ufak bir tebessümle karşılık verdim sözlerine. Birkaç gündür ilk defa gülmüştüm.

- Görüşürüz o zaman.
- Görüşürüz. İyi geceler.

Kapıyı kapattım ve kapıyı arkadan kilitledim. Delikten baktığımda Doyoung'un hâlâ kapının önünde durduğunu gördüm. Nedense duvara boyadıktan sonra bir garip davranmaya başlamıştı. O sırada çok kısıkta olsa sesini duymuştum.

- Yoshi... Çürümüş ruhuma çiçekler dikiyorsun.

________________ 🍃
Nasıl oldu bilmiyorum, biraz aceleye geldi... Umarım beğenirsiniz. Yazım yanlışlarım varsa da görmezden gelin lütfen... Bu bölüm biraz Yoshi ve Doyoung'a ait oldu, onların da hislerini öğrenelim istedim.

Bundan Böyle Denizler Sarsın Seni.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin