Soğuk zeminin bütün vücudumu titrettiği, aralarındaki sevgi yüzünden benliğimi kaybettiğim o eve yeniden gelmiştim. Uzun süren düşüncelerimin ardından sonunda beni neden bu kadar etkilediğini anlamıştım. Çünkü ben hiç böylesine sevilmemiştim, belki de sevgiyi bile yanlış tanıyordum. Tanıdığım herkes sevgisini bana vermek yerine başka şeylere vermeyi tercih etmişti, annem işine, babam ise sahip olduğu diğer evlatlarına benden daha çok değer vermişti. Ben ise bir zavallı gibi hiç tanımadığım - tanıyordum Jihoon'u tabi ama bahsettiğim şey bu türlü bir tanımak değil- iki adamın arasındaki sevgiye bütün ümitlerimi bağlamıştım. Onlarla ağlamış, onlarla gülmüştüm. Lakin her zaman olduğu gibi acımasız olan dünya onlara istediklerini vermemişti ve ikisinin de benliğini alıvermişti ellerinden.
Şimdi ise onlardan geriye kalan tek şey olan anılarını ve Hyunsuk'un mektubunu tutuyorum elimde, ruhumda ne denli yaralar açacağını bilmeden.Mektubu o kilitli odada, Hyunsuk'un kokusuyla dolu olan, her zaman içinde sevgiyi barındıracak olan o odada okumaya karar vermiştim. Hâlâ soğuk olan zemine yavaşça oturdum. İlk oturduğumda birazcık üşüsem de birazdan okuyacaklarım yüzünden içimin yanacağını her şeyden çok biliyordum. Kulaklığımı çıkardım ve telefona bağladım. Jihoon ve Hyunsuk'un şarkısını - aynı zamanda Hyunsuk'un duyduğu son sözleri - açtım.
Mektubu okuduktan sonra buradaki bütün hikayem bitecekti. Ruto ailesinin yanına dönecek, Jeongwoo da Ruto ile gidip orada yeni okuluna başlayacaktı. Doyoung ise annesiyle beraber Tayland'a taşınacaktı. O geceden sonra bir daha hiç görüşmemiştik. O hiç gelmemişti, ben de hiç gitmemiştim.
Bense Kanada'ya, hiç bilmediğim, diline, yaşantısına, sokaklarına, insanlarına yabancı olduğum bir ülkede yaşantıma devam etmeye çalışacaktım." Merhaba kiraz çiçeğim,
sana kiraz çiçeği dememi sevmiyorsun biliyorum. Ama sen ne kadar kabullenmesen de kiraz çiçeği kadar narin ve umut dolusun. Kiraz çiçeği tohumları dikiyorsun her seferinde yorgun yüreğime, ruhumu dikiyorsun bütün çiçeklerinle. Beni bulduğunda da hiç umudum kalmamıştı yaşamaya dair, ama sonra bir baktım koca bir kiraz çiçeği yetişmiş göğsümde; hem de senin ellerinden. Senin ellerinden olan her şey çok güzel. Sen çok güzelsin. Benim Jihoon'um çok güzel.
Gözlerimin önünde harap oluşunu gördüm; hem de benim yüzümden. Hastalığım ikimizi de yıprattı biliyorum, hatta bu mektubu hiç okumayacağını da. Vedaları sevmezsin çünkü ve bunun bir veda olduğunu biliyorsun. Bizim hikayemizde veda olmaz sanmıştım sevgilim, biz hiç yok olmayız, sevgimiz bütün dünyayı sarar sanmıştım, ama görüyorum ki yanılmışım. Ben öldükten sonra çok yaşamayacağını da biliyorum. Bu hayatta ikimizin de tek varlığı birbirimize sahip olmamızdı. Ne ben sensiz olabilirdim ne de sen bensiz. 9 yaşındayken beni çekip çıkardığın o çukura şimdi seni tekrardan soktuğum için özür dilerim.
Senin uğruna fedakârlık yaptığın halde elde edemediğin şeylerin bir başkasına kolayca gidişini görmek nasıl da acı verici. Ulaşamadığın o şeyin yokluğu, kafanda bitmek bilmezcesine dönüp durur. Düşünmemek adına meşguliyet aradığın o anlarda, düşüncenin ağırlığından başka bir şeye yönelemez hâle gelirsin.Bütün bunlardan kurtulmak için kendini kandırmaya yarayan o birikmiş umutlarından vazgeçmekten ve içinde bulunduğun durumun yalnızlığı harabeye çevirir seni... Bir zamanlar neşeyi arzuladığın gibi acıyı da arzular hâle gelirsin. Sonra anlarsın en sonunda, her şeyin sonu acıyla beraber biter. Hastalığım boyunca yanımdaydın, sana her ne kadar belli etmesem de hem fiziksel hem de ruhsal olarak hissettiğim acı belki de beni bitiren şeydi. Hissediyorum çok zamanım yok. Bütün saatlerimi, dakikalarımı, saniyelerimi seninle geçirmek istiyorum. Doyamadım sana hâlâ. Kokunu doya doya içime çekmek, pamuk tüyü saçlarınla oynamak, nefesim tükenene kadar öpmek istiyorum seni. Ölürken bile seninle olamamaktan, beni beklemeyeceğinden korkuyorum sevgilim. Gidecek olmamı bir tek benim bilmem nasıl üzüyor beni bir bilsen... O kadar güzel şeyler anlatıyorsun ki, diyemiyorum sana yapamayacağız diye, yapamayacağız çünkü gidiyorum ben, diyememek o kadar zor ki. Küçük çocuklar gibi heyecanlısın anlatırken. Acılarını bile gülerek anlatıyorsun sevgilim, lütfen beni de gülerek uğurla olur mu ?
Bir kere kaybolmuştum hatırlıyor musun ? 12 yaşındaydık daha o zaman. Peşimize takılan köpeklerden kurtulmak isterken seni ardımda bıraktığımdan haberim bile olmamıştı. Sonra sen kardaki ayak izlerimden gelip bulmuştun beni. Ayak numaramı bilecek kadar bile çok seviyormuşsun beni. Ama sevgilim, bu sefer karlarda ayak izlerim olmayacak. Ardımda hiçbir şey bırakmadan uçup gideceğim sevmeyi bilmeyen insanların dünyasından. Belki ilk başta kabullenemeyeceksin ama alışacaksın korkma. Aşağılık insanoğlu her şeye alışıyor. Sonra belki yokluğuma aşık olacaksın. Zamanında başkasına aşık olduğun gibi. Biliyorum sırası değil ama o acıdan sana bahsetmeden gitmek istemiyorum. Her zaman sakladığım gibi o zaman da bütün ihanetini saklayıp affetmiştim seni. Bir süre bana dokunmanı hazmedememiştim. Başkalarına dokunduğun ellerle bana dokunduğunu bilmek canımı çok yakmıştı. Lakin sonra söylediğin birkaç cümle, içimdeki bütün alevi söndürmeme yetmişti. Her zaman sözlerinle alt ediyordun beni ve her seferinde daha çok aşık oluyordum benliğine. Son nefesime kadar hep sevdiğimi söyleyeceğim sana. Sen neyi sevdiğimi anlamayacaksın hiç, "Neyi? " diye soracaksın ama cevap bulamayacak soruların. Ben sevgilim, ben hep seni seviyorum. Şehirlerimi tekrardan kurmama yardım ettiğin kalbini, yüzüme dokunan narin ellerini, benimkinden uzun olduğu için kıskandığım kirpiklerini, benim seyrek saçlarıma kıyasla gür olan saçlarını ve sayamayacağım daha bir çok şeyi. Bu iki kelimeyi hiç yüzüne söyleyemedim ama biliyorsun artık, her hücremle sevdiğimi seni. Benden geriye sevgim ve mezar taşım kalacak sana.
Zamanla her şey geçecek demiştin ya hani bana ? Zaman gerçekten de her şeyi geçirdi. Beni de, bizi de, sevgimi de geride bıraktı. Şimdi zaman ikimizi de, izimizi de sildi sevgilim. Ben saramadım seni hiç. Dilerim ki, bundan böyle denizler sarsın seni.
Seni sevmekten yolunu kaybeden küçüğün' "Ne denizler sarmıştı Jihoon'u ne de topraklar. Jihoon kendini hiçbir yere ait hissetmediği için nefesini kesmişti. Küçüğüyle anıları dolu olan bu evde, belki başka bir evrende yeniden buluşma ümidiyle son vermişti yaşamına. Bu dünya, ikisinin sevgi dolu kalbine dar gelmişti belki de.
"Hyunsuk ?"
"Hm ?"
" Şehrini diz kapaklarına kurmuşsun. Her düştüğünde yeniden inşa edecek kadar umut dolu, bir o kadar da çocuksusun. Sana beni ne kadar sevdiğini sorsam hâlâ kollarını açıp dünyalar kadar diyebilecek kadar çocuksun sen küçüğüm. Hâlâ bütün dünyayı küçücük kollarının arasına sığdırabileceğini sanacak kadar safsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bundan Böyle Denizler Sarsın Seni.
FanfictionYardılar göğüscüğünü, içinden alev almış ayçiçek tarlaları çıktı. Neden alev aldığını sormadılar, çünkü alevlerin sebebi oldular. 🌻