1

130 7 18
                                    

"Tanrı; kimi kullarından mucizelerini gizler, geriye kalanlara ise bunu kısaca yaşama imkanı verir sanki tümüyle baş edemeyeceklerini düşündüğünü belli etme gayesiyle" demişti annem bir keresinde, kucağına sığabilecek kadar küçük halimle anlamaya çalıştığımı izleyerek gülümsemişti hemen ardından alışkanlığı olan saçlarımı dağıtması gelirken. Belki de bunu başarılı bir hayatın en azından izlerini yoluma sermem için söylemişti ya da mucizelere bel bağlamayacak kadar güçlü olmam için. Bana uyumadan hemen önce hayatı anlattığı o günü hatırlamadığını ayrımsadığımdan olsa gerek hiç sormamıştım anneme, o an aklından neler geçtiğini.

Hoş, bir önemi de yoktu; zira, tıpkı tarif ettiği gibi hissettiren bir mucizeye tanıklık etmiştim aylar önce. Yeni evimize taşınmamızla değişen okul yolum kadar sabahın erken saatlerinde dahi dolu olan metronun bunaltıcılığı da sıkmıştı canımı o gün çünkü ben, sevdiğim müzik eşliğinde yaptığım sakin yürüyüşlere alışıktım, yabancılarla aynı demir kutuda beklemeye değil.

Sonra tanrı, tam da annemin anlattığı gibi mucizemi bahşetti bana kısacık bir anlığına, okula ulaşmama dört durak kala durduğumuzda beraberinde çiçek bahçelerini andıran bir kokuyla içeri girdi. Belli ki geç kalmıştı, aceleyle saçlarını düzeltirken harekete geçen metroda dengesini sağlamaya çalışıyordu oturacak yer arama ümidini çoktan kesecek kadar çok bindiğini belli edercesine.

Sarı saçları benimkilere göre daha uzun ve olabilecek en güzel şekilde çevreliyordu yeni uyandığını tahmin etmeme rağmen ışıldayan yüzünü.

O gerçekten, mucizeydi.

Çünkü hayatı yeni yeni keşfedebilen zihnimle dahi biliyordum, bu çocuk öyle güzeldi ki ona bir kere dokunsam parmak uçlarımda yıldızlar belirir, kokusunu tek seferde içime çeksem ciğerlerimde lavantalar biterdi.

Böyle karşıma çıkmıştı yaratıcının fazlasıyla baş edemeyeceğimi düşündüğü mucizem, haksız da sayılmazdı belki de, çünkü başka bir olasılıkta onu yalnızca okula giderken kullandığım metroda değil de her an görebildiğimi hayal etmek dahi göğüs kafesimde zor zapt ettiğim kalbimi kanatlarını yeni keşfeden bir kuş gibi çırpındırıyordu.

Ardından her gün, ne yaşanmış olursa olsun aynı saatte o çirkin demir yığını için beklerken buldum kendimi, bana güzel lavantamı getireceğinden oldukça emindim üstelik.

Yanıldığım da olmamıştı hiç.

Sanki onun da her sabah aynı yerde olmak için okuldan çok daha önemli bir sebebi varmış gibi görünüyordu ancak başaramamıştım bulmayı günler süren incelemelerime rağmen.

Üzerinden çekmek istemediğim bakışlarım yüzünden rahatsızlık duymaması adına gösterdiğim çabanın sonunda gözlerimi hızla kaçırabilmeyi ve onun göremeyeceği anları yakalayabilmeyi öğrenmiştim, bu işte usta bile sayılabilirdim.

Yine de bazı anlarda, özellikle en hazırlıksız olduklarımda, onunla gerçekliğinden şüphe edeceğim kadar kısa süreliğine göz göze geliyorduk; kalbimin kanatları kafesinin duvarlarına daha sık çarpıyordu sanki, sesini tüm metro dinliyormuş gibi hissetmeden edemiyordum minik endişeler eşliğinde.

Birbirinin tekrarı niteliğinde geçen günler biriktikçe birikmiş aylar olmuştu çoktan, bense yine yabancılar tarafından sıkıştırılmış halde sakin kalmaya çalıştığım metrodaydım.

Zihnim alışkanlık olmuşçasına durakları sayarken bir yandan da akıp giden karanlığa odaklanmaya çalışıyordum bir türlü baş edemediğim heyecanımı kontrol altında tutabilmek adına.

Kafamın içindeki bir ses aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu çünkü, lavantan birazdan burada olacak.

Yutkunmayı denedikten sonra tutunduğum direği saran parmaklarımı sıkarak bakışlarımı durmak üzere olan demir yığının kapısına çevirmiştim sanki sıradan bir hareketmiş gibi görünmesi için ciddi çaba harcarken.

belle lavande | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin