Lizzy bacaklarını Jj'inkinin üzerine uzattı. bu gece hepsi Şato'da kalacaklardı ve film gecesi yapacaklardı. bütün günü beraber geçirip eve girdiklerinde sabaha kadar oyun oynayıp, eğleneceklerdi. plan buydu. Mabel ve James'in iki günlüğüne şehir dışında olması Lizzy'nin işine gelmişti. arkadaşlarıyla özgürce eğlenebilecekti. Lizzy elindeki birayı kafasına diktiğinde John'un yaptığı şakaya kıkırdadı. arkadaşlarının kararsızlığına artık dayanamıyordu. "Tanrım, artık bir karar verin." cebindeki telefon titrediğinde gelen mesaja baktı. tam olarak anlayamamıştı.
Rafe Cameron: evde biri var mı?
Elizabeth Blunt: ?
Rafe Cameron: gelebilir miyim?Lizzy, başından aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissetti. Rafe kendi isteğiyle böyle bir şey soruyorsa mutlaka bir sorun vardır, diye düşündü. o an arkadaşlarıyla eğlenmesi umrunda değildi. Rafe'in ona ihtiyacı olmasaydı böyle demezdi. her şeyi bir kenara bırakıp ilgisini çocuğa yöneltti.
Elizabeth Blunt: gelebilirsin. evde kimse yok. anahtar kapının önündeki saksının altında. kapıyı açık bırak.
Elizabeth Blunt: odamda bekle. on beş dakikaya orada olurum.
Rafe Cameron: teşekkürler.Lizzy heyecanla yerinden fırlayıp konuştu. "çocuklar, eve gitmeliyim. annem bazı çizimlerin fotoğrafını istiyor." arkadaşlarının meraklı gözlerini arkada bırakarak Şato'dan ayrılıp arabasına bindi. aklı tamamen Rafe ile doluydu. onu ne halde göreceğini bilmiyordu ve deli gibi korkuyordu. büyük bahçeye girip arabasını ortaya bıraktığında Rafe'in motorunu gördü. evin kapısını aralık gördüğünde koşar adımlarla içeriye girip arkasından kapıyı kilitledi. kapı ve odası arasındaki yol bir ömür kadar uzun sürmüştü.
odasının önünde durup kapıyı açtığında Rafe'i yatağında otururken buldu. çocuk kafasını ellerinin arasına almış hareketsizce duruyordu. Lizzy fısıldar gibi konuştu. "Rafe..." sarışın çocuk seri bir şekilde kafasını kaldırdığında ikisi göz göze geldiler. Rafe'in kanayan dudağı, boynundaki yara izleri, kaşındaki kuruyan kan... Lizzy, çocuğu görünce hayatında hiç bu kadar üzgün hissetmemişti. Rafe çok kötü görünüyordu. onun gibi güçlü, sert birini böyle görmek üzücüydü. sadece yüzündeki yaralar değil, bakışları bile çok kötüydü. canının çok yandığı o kadar belliydi ki... koşarcasına çocuğun yanına gittiğinde her şeyi unuttu. Rafe'in kabalıkları, arkadaşlarıyla düşman olması, arkadaşlıklarını mahvetmesi, onu üzme planlarını, her şeyi unuttu. yanına oturup Rafe'e sarıldığında gözünden akan yaşa engel olamadı. hayatında hiçkimseyi bu kadar dağılmış halde görmemişti. Rafe, kızın göğsünde duran kafası sayesinde kalp atışlarını duyabiliyordu. Lizzy'nin tek eli saçlarında gezdiğinde Rafe, bir şey söylemedi. canının ne kadar yandığını anlatamazdı, ama kız bir şekilde anlıyordu işte.
Rafe'in gururu çok incinmişti. yirmi yaşında bir genç olarak babasından dayak yediğini insanlara söylemek istemiyordu, hele Lizzy'e hiç. Lizzy'nin sormayacağını biliyordu. neden bilmiyordu ama Rafe şu an sadece onun yanında olmak istemişti. kızın hafifçe titrediğini fark ettiğinde hareket etmeden konuştu. "ağlama." kızın kokusunu içine çekip devam etti. "ağlaman için gelmedim." ayağa kalkıp eliyle burnunu sildi. "beni bu halde gördüğün için üzgünüm. gelmemeliydim." kapıya doğru yöneldiğinde Lizzy uzanıp Rafe'in elini tuttu. şu an hiçbir şey umrunda değildi. karşısında mahvolmuş biri vardı. nasıl yapacağını bilmiyordu ama Rafe'e bir şekilde destek olmalıydı. onu böyle görmek Lizzy'i üzse de, ona gelmesi onu bir bakıma mutlu etmişti. titreyen sesiyle çocuğa bakıp konuştu. "neden geldin?" Rafe omuz silkti. kekeleyerek konuştu. "be- ben seni görmek istedim." Lizzy gözlerinden akan yaşı tek eliyle sildi. "hareketinin arkasında dur Rafe." çocuk soru sorar biçimde baktı. "ne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dress// r.c. +18
FanfictionKalabalık bir odadaki gizli anlarımız Onların sen ve ben hakkında hiçbir fikri yok Bedeninde tırnak izleri var Bende izini bıraktın, altından bir dövme adeta Tüm o sessizlik ve sabırla bekleyiş, burnumda tütüşün ve beklenti Ellerim senden uzak kalma...