Mirza Aras Hazandayelleyenoğulları... Her üç isimli karakterimsinin sahip olduğu gibi kendisinin de bir holdingi, birkaç tane adale kası, kirli sakallı fabrikasyon bir yakışıklılığı ve tonlamaları hazır, bir dublaj sanatçısından destekli sesi vardı.
Benim adım ise Azra idi. Bildiğiniz, dümdüz Azra. Hikayenin anlatıcısıyım. Cast ajansı endamına sahip, işi gücü aşk olan, muhafazakar bir mazoşistim. Çok fazla Türk dizisi izlemekten ve wattpad kitabı okumaktan bu hale geldim. Yadırgamayın pls.
Bu benim hikayem... Desem de inanmayın!
"Uyan!" dedi. Gözlerimi silkip omuzlarımı devirdikten sonra uyandım. Karşımda bir seksen boylarında, son derece adaleli, tüy sıklet bir boksör intibası uyandıran, ama aslında on kaplan gücünde olan Mirza Aras vardı.
Kollarımı çelik halatlarla gemi direğine bağlamış, ayaklarıma ise zincir vurup üzerine beton dökmüştü. Kıpırdayamaz halde beni yatağa gerip, tüm vücudumu balmumu ile kaplamıştı. Çaresizlik içerisinde haykırdım. "Aras yapma, sevmiştim seni adam!"
"Soyun!" dedi. Aras böyle tek kelimelik emir kiplerini kullanmayı severdi.
"Nasıl soyunayım geri zekâlı, elimi kolumu bağlamışsın hasta pislik!" Nedense birkaç saniyeliğine mazoşist bir ruh hastası olmak yerine, mantıklı bir insan olmaya karar vermiştim.
Aras, üzerinde terler akan kaslarını hareket ettirip yanıma kadar yürüdü. Leş gibi ter kokuyordu. Ama hikayenin devam edebilmesi için baştan çıkarıcı bir esansa sahipti demem gerekiyor sanırım, neyse...
Kaşlarını çattı, adaleleri kaslandı. Gözlerimin içine o üçüncü sınıf dizi bakışmalarını yolladı. Bir on dakika böyle durduk. Nitekim olur da bu hikayeyi dizi yapmaya kalkarlarsa (umarım yaparlar, ne olur yapsınlar) senaristlere 180 dakikayı dolduracak sahneler lazımdı.
Sonra da suratıma bir yumruk indirip haşince söze girdi.
"Konuşma!"
Hazandayelleyenoğulları holdinginin kurucusunun ve en büyük sermayedarının sabıkalı varisinin kaslı vücudunun yüreğinin içinden adeta bir manyak çıkabileceğini nereden bilebilirdim.
"Aras, seni seviyorum. Vurma bana!"
"Yakınma!"
Diziyle karnıma bir tane geçirdi.
Nefes alamaz hale gelmiştim. Niye böyle yapıyordu? Acaba her bir saldırısından çılgınca bir zevk aldığımı tahmin ediyor muydu? Dayanamadım.
"Vur beni Aras, döv beni!" diye bağırdım. "Kendime saygımı yitirdikçe kendimden geçiyorum! Mağara devrinden kalma içgüdülerim tetikleniyor. Bana kötü davran! Saçımdan çekip sürükle, sonra da başımı laminat parkeye sürtüp kıvılcım çıkar, kırbaçla saatlerce!"
Arkasını döndü. Üç oda bir salon sırt kaslarını görüp kendimden geçtim. Ah, Aras!
"İsteme!" dedi.
Bana vurmaktan vazgeçmiş şekilde ilerledi pencereye doğru. Beni baştan çıkarıp, sonra da elini sürmeyerek çıldırtmak onun huyuydu, biliyordum.
Sonra bir anda görüntü bulanıklaştı. Kendimden uzaklaştım. Nerede olmadığını bilmediğim binlerce oda serilmişti bir anda önümde. Bir kutunun içerisinde yanan ışıklar ve onlara bakan insanların yetiştirdiği binlerce çocuk gördüm.
Kutuda hareket eden insanların görüntüleri vardı. Kavga ediyorlar, birbirlerini aşağılıyorlar, sürekli birbirlerine aşık olduklarını söyleyip, dünyanın çevrelerinde dönmesini istiyorlardı.
Onları izleyen insanları gördüm sonra. Üç kuruşa hazırladıkları kalitesiz yemekleri tıkınırken bu pespaye hikayeleri tüketmelerini izledim. Ucuz arabeskin zehirlediği kanlarıyla besledikleri çocuklara da aynı zehri zerk etmelerini...
Aptal insanların aptalca aşklarına seyirci kalmaktan aptallaşmış insanlardı gördüklerim. Hayatlarının her aşamasında maruz kaldıkları o basit, çiğ duyguları yaşamak arzusu dışında dişe dokunan bir derdi olmayan ve hatta bir de aynı çiğliği popülerlik namına yaşatmayı bekleyerek bir şeyler kaleme aldığını iddia eden vasıfsız yazarları gördüm.
İnsanlığın yaşam standartlarını çürüten binlerce sorusu ve problemi varken iki tane narsist dümbeleğin duygusal hezeyanlarını yazmaya niyetlenenlere kabaran dev bir öfke vardı içimde.
Görü eski haline geldi, bağlı bulunduğum yatağa geri döndüm. Başımda Mirza Aras vardı. Bana çatılmış kaşları ile bakmaktaydı.
"Bayılma!" dedi, o bilindik sadist ruh hastası tavrıyla. Korkunç bir öfke vardı içimde. Dinmeyen bir gazabın tufanı...
"Senin ben Mirza diye, Aras diye, o holdingini de, seni de çıktığın yere sokarım!"
Ellerimi halatlardan, dizlerimi zincirlerden kopardım. Onun o mağara adamından hallice ilkel alfalığını makatına sokma zamanı gelmişti.
Yatağın hemen yanındaki komodinde duran katanayı elime geçirdiğim gibi önce kasına tükürdüğüm kollarını, sonra da cast ajanslarında tanesine para saydırılan o sıfatına sıçtığım kafasını gövdesinden ayırdım!
Sıçrayan kanı duvarları boyarken katanamı eteğimin kumaşına silip, Mirza Aras Hazandayelleyenoğullarının cesedinin başında dikildim.
"Başlarım sizin nargile kokan dizinize de, tedavilik fantezilerinize de!"
Yüzümü izleyiciye ve okuyucuya dönüp, sözlerimi noktaladım.
"Bu ilkel masalları popüler edip durmanızdan gına geldi. Mağara ayıları ile şımarık prensesleri seviştirmek dışında derdiniz yoksa, yazmanıza da gerek yok. Hadi dağılın be!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elemental Mafyanın Vampir Okulu
VampireBu eserimi beğenmeyenler ağlayarak günlüklerine yazabilir...