Genç adam salaş, beyaz gömleğini ince parmaklarıyla süt kahvesi pantolonunun içine sıkıca yerleştirirken bir yandan aynaya bakıyor diğer yandan tam olarak hatırlayamadığı bir şarkıyı mırıldanıyordu.
Aşk, diye düşündü önünde ki beyaz makyaj masasının üzerinde duran mor taşlı kolyeyi ellerinin arasına alırken. Odası pek büyük olmasına rağmen oldulça kalabalık görünüyordu. Genç, gözüne ışıltılı gelen her şeyi almaktan garip bir haz duyuyordu.
Ah, aşk... Aşk narin bir çiçek gibiydi. Işıltılı, göz alıcıydı! Etrafında ki tüm böcekleri cezbederdi birisi onu koparana dek. Aşk güzel yüzlü bir kız gibiydi. Kusursuzdu. Yaşlılık kapıya vurana dek.
Ama aşk! Zaman onu soldursa bile o her zaman vardı ve küllerinden doğmasını bilirdi.
Genç aynada son bir kez nasıl göründüğüne baktı ve kendi etrafında dönüp gülümsedi. Kalbi kırıktı ve bu gece biraz unutmak istiyordu. Lakin neden bir cinayetin kanıtlarını siliyor gibi hissediyordu? Sarı saçlarını elleriyle arkaya doğru taradı. Zihninde sadece tek bir kelime yankılanıyordu. Aşk!
Başını iki yana sallayıp kaşlarını çattı. Derin bir nefes aldı ve gülümsemeye çalıştı. Unutması gerekiyordu çünkü göğsüne yerleşmiş hançeri çıkartabilmesi için önce acıyı aklından silmesi lazımdı.
Penceresinden bir takırtı duydu. Belki de odur diye düşünmeden edemedi ama kendisi de biliyordu ki bu ya bir rakun ya da bir kediydi. Eğer camındaki hayvanı uzaklaştırmazsa o evden çıkana kadar ona rahat vermeyecekti. Ağır adımlarla beyaz penceresine yakınlaştı. Siyah perdeyi bir hışımla çekip camı açtığında, karşısında ki bir rakun veya bir kedi değildi.
Onun ne olduğunu bilmiyordu. Dev bir vücudu, kahverengi uzun tüyleri, sapsarı parlak gözleri vardı. Koca dişlerinin arasından hırıldıyor, avına saldırmak için hazırda bekliyor gibi görünüyordu.
Genç korkuyla birkaç adım geri attığında karşısında ki şey evi titretecek kadar yüksek bir sesle kükredi. Salyası evin ahşap döşemelerine damlıyordu. Pencereden giren rüzgar siyah perdeleri havalandırıyordu. Genç adam bacaklarında ki tüm gücü korkuyla kaybettiğinden dizlerinin üstüne yığılmış elleri iki yanına düşmüştü.
Camının üzerinde duran yaratık iri pençelerini camdan içeri sokup siyah tırnaklarını duvara geçirdi. İçeri girmeye çalışıyordu.
Aşk! Aşk! Aşk! Aşk!
Ve aşk şey gibiydi... Bir çığlık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kendime söylediğim yalanlar
Acaksarıl bana kaburgalarım kırılana dek söyle bana beni sevdiğini ve öp beni dudaklarım kulaklarıma kadar yırtılana dek