Bu hayat herkese hiç adil davranmıyordu. Aslında insanlar hayat diye adlandırılan soyut kavrama lanetler etse de bu düzeni değiştirmek onların elindeydi. Ancak insanoğlunun 21.yy'daki vebası tembellikti. Bir şeyler değişmeli diyorlardı ama bunun için herhangi bir çaba göstermiyorlardı.
Bazı nadir kişiler ise bunu değiştirmeyi gerçekten çok istiyordu ama nereden başlayacaklarını bilmiyorlardı. Ben sanırım ikinci kategoriye giriyordum.
İnsanların Dünyaya ve diğer şeylere verdikleri zararları duydukça veya düşündükçe kendimden utanıyordum. Yüzümü buruşturdum ama bu içtiğim çayın kaçak ve bayat olmasından değildi.
Şu an bana yol gösterecek bir lider olsa mesela bir çok şeyi başarabilirdim. Bunun için o kişinin ileri görüşlü, stratejik hareket edebilen, mantıklı ve cesur biri olması gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım ve loş ışığın altında neler yapabileceğimi düşündüm. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Ani bir karar vererek çantamdan bilgisayarımı çıkardım ve parmaklarım hızlı bir şekilde tuşların üzerinde gezinmeye başladı.
İnsanlara nasıl yardım edebilirim gibi şeyler ararken çıkan sonuçlar zaten benim normalde de yaptığım şeylerdi. Dükkana giren bir grubun bakışlarını üzerimde hissettiğimde onları umursamamaya çalıştım.
Ana sayfada gezinirken çok ilgi çekici bir link ile karşılaştım. Dolandırıcı olabilirlerdi pekala ama kaybedecek bir şeyim kalmamıştı bu hayatta. Fare ile üzerine tıkladığımda saks mavisi bir ekran karşıladı beni. Üzerinde değişik isimli bir çok insan gönderi paylaşmıştı. Kendi kendime bunun Facebook gibi bir uygulama olduğunu düşündüm ancak uygulama ismi bana oldukça yabancıydı. Mekanik harflerle DW yazıyordu. Peki bu DW neyin açılımıydı? Benim bildiğim tek Dw Arthur'un kız kardeşi olandı.
Biraz daha araştırma yaparken önümdeki ışığın kapatılmasıyla beraber kaşlarımı çatarak gözlerimi bu münasebetsiz hareketi yapan kişiye çevirdim. Pamuk gibi beyaz saçları olan yaşlı bir adam garson kıyafetleriyle bana bakıyordu. Mavi gözleri beni analiz ediyor gibiydi ancak çoğu insanın aksine koyu pembe saçlarıma değil direkt olarak alnıma bakıyordu ki bu psikolojik olarak bir baskı kurma yöntemiydi.
Onun bu yaşta mezarda ya da ne bileyim huzur evinde olması gerekmiyor muydu? Elindeki tepsiden bir limonata aldı ve buruşuk eliyle masama koydu. Turkuaz gözlerimi ona çevirdim.
"Pardon beyefendi ama ben limonata sipariş etmemiştim. "
Limonatayı soğuk hareketlerle önüme doğru sürükledi. Normalde bir şey bedavaya veriliyorsa işin içinde bir bit yeniği aramalıydınız.
"Ettiniz bayan..."
Daha sonra tek kaşını kaldırarak bana baktı. İsmimi sorduğunu anlamıştım ama ona uydurma bir isim verecektim. İsmimin yanlış yerlere karışmasını istemiyordum.
"Pink ismim Pink."
Dudağının bir kenarı kıvrıldığında onun artık gitmesini istiyordum. Şu an ondan daha önemli işlerim vardı.
"İsminiz Pink demek. Çok uymuş saçlarınız boya mı?"
Açık açık ona bakarak gözlerimi devirdim. Bu soruyu yirmi yıldır duyuyordum. Ben cevaplamaktan bıkmıştım ama insanlar sormaktan bir türlü bıkmamıştı.
"Saçlarım boya değil doğuştan böyleler ve bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum."
Daha sonra dudaklarını büktü ve arkasını dönerken göz ucuyla bana baktı. Vücudumdan sanki bir elektriklenme geçmişti. Bu adam cidden çok tuhaftı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA DELİKTEN KALAN
Science FictionNe zaman birisiyle iki günden fazla vakit geçirsem o kişi acı bir şekilde öldü ve ben lanetimle yaşamaya alışalı çok oldu. Daha sonra yaşanacak olaylar ise öyle herkesin kaldıramayacağı türlerdendi. Her şey pamuk saçlı ve değişik bir tonda mavi gözl...