O küçücük bir bedene birkaç bin yılı sığdırmış, biraz acı dolu bir adamdı. Sayısız nefesini acı ve sonu gelmeyen ağrılarla doldurmuş, göğüs kafesinin ortasında yalnızlığı büyütmüş, kanının bedeninde ulaştığı her yerinden yara almıştı. Böyle şeylere alışıktı doğrusu, kendisi öyle söylemişti, artık canının acıyamadığını belirtir, insanların gözyaşlarına küçümser gözleriyle bakardı. Kendilerine verilen birkaç yıllık ömrü böylesine boş bir şekilde yaşamayı seçtikleri ve kararlarından pişman olarak ağladıkları, acı çekmeye meyilli oldukları için, her şeyden ötürü herkese biraz fazla kızgındı.
Sallana sallana yürüyordu, sol bileğinde keskin bir ağrı vardı ve ayağını her ileri attığında sessizce inlemesine sebep oluyordu, elleri ve kıyafetleri kan içerisindeydi, ucunu yere saplayarak ancak dengesini sağlayabildiği mızrağından hâlâ damla damla kan akıyordu. Buna alışmış gibiydi doğrusu, pis hissediyordu, lakin o kanın yıkamakla geçmeyeceğini de biliyordu.
Görüşü iyice kötüleşmeye başladı, gözlerini kırpıştırıp zorla bir adım daha attı ve etrafına şöylece bir bakındı. Güneş batmak üzereydi, denizin sakin suları tanrıların gazabına uğramış olan o taş ormanının biraz ortaya çıkan sahillerinde, deniz kabuklarını ileri geri hareket ettirerek, sakin bir şırıltıyla ayaklarına ulaşıyordu. Manzara tapılasıydı, toprağın tanrısının izleri akşamın kızıl ışıklarında biraz fazlaca heybetli görünüyordu.
İleride duran birini gördü veya gördüğünü sandı. Sahilin ucunda dik bir kayalıkta oturmuştu, sesi çıkmıyordu, belki de aklı ona oyun oynuyordu. Buralara çok kimse gelmezdi ve o farkındaydı, bu yüzden çoğu zaman artık acıya katlanamadığında burayı ziyaret ederdi, belki sonunun bu heybetli taşların arasında olmasını istiyordu.
İyice yaklaştı, böylelikle o kişinin gerçekten orada oturduğuna kanaat getirmiş, lakin hâlâ hayal gücünün kendisini yanıltıp yanıltmadığından emin olamamıştı. Sırtını doğrulttu ve öylece durmaya devam etti, oldukça genç görünen bu kişinin kendisine dönüp dönmeyeceğini anlamaya çalışıyordu, böylece gerçekliğine karar verebilirdi. Sonra bir ses duydu, kulaklarında küçük bir şarkının melodisi yankılandı, bacaklarının tutmadığını hissetti fakat acı çekmemiş, bu sebeple hayli şaşırmıştı.
"Söyle bana, yaralı mısın?" Genç adam yine ona yüzünü dönmeden, bu sefer gayet sakin bir konuşma tonunda sordu, gülümsediğini biliyordu lakin kanıtlayamayacaktı. "Rüzgar bana bedenindeki tüm acının sesini taşıyor."
"Hayır." Kendinin olduğundan dahi şüphe ettiği bir sesle söyledi tek kelimesini, yabancılaştığını hissediyordu, zihninin içinde hâlâ az önceki melodi yankılanırken içinde bulunduğu durumu tamamiyle unutmuş gibiydi. "Bu kan... Benim değil."
"Ah, anlıyorum." Küçük bir gülüş duydu, oldukça sakin konuşan bu yabancının sesinde daha önce hiç duymadığı değişik bir huzur vardı sanki. Güzeldi, onun sesi hayatı boyunca duyduğu bütün seslerden güzeldi belki, kabul ediyordu bunu, etkilenmişti. "Öyleyse sana bir şeyler çalmama izin ver." Dudaklarına götürdüğü flüte ilk nefesini üflediği anda dizlerinin üzerine çökmüştü zaten, bedeninde tuhaf bir karıncalanma hissetti lakin bu rahatsız ediciden çok rahatlatıcıydı. Birkaç saniye içerisinde bedeninde hissettiği bütün acının kaybolmaya başladığını fark etti, kumların üzerine oturdu, birkaç dakika olduğunda ise bedenine hakim olan huzurdan ötürü kumların üzerinde uyuyakalmıştı.
"Ne acı..." Genç adam ayağa kalktı ve usulca diğerinin yanına yaklaştı, kan içindeki yüzüne ve ellerine, masumca uyuyuşuna ve kendini kaybetmesine rağmen sıkı sıkıya tuttuğu mızrağına baktı, bir yandan gülümsüyordu.
"Böyle büyük bir acıyı küçücük bir bedene sığdırabilmek..." Genç adam cümlesine başlamıştı, ancak bitirecek gücü kendinde bir türlü bulamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kanlı eller meselesi | xiaoven
Fanfiction"Ellerim her kana bulandığında yanımda istememeliydim seni, orada olamayacağını bile bile."