"Halbuki iki bin yılı aşkın süredir bu topraklarda geziniyorum." Başını eğdi, kucağına düşmüş olan elini sıkarken dalgın dalgın izlemişti bir süre boyunca. Yüzünde hâlâ biraz eski bir gülümsemenin gölgesi vardı, kaşları hafif çatık ve çenesi gergindi. Sağ bacağını kendisine doğru çekti ve bedenini öne doğru, dizine yaslanacak şekilde durdurdu, çenesini diz kapağına yaslamış ve gözlerini mızrağına odaklamıştı.
"Çektiğim bu acı yetmez mi diye düşünürüm bazen." Sustu, saçlarını tatlı bir esinti dalgalandırmıştı geriye doğru, gülümsemesi iyice soldu ve gözleri sadece birkaç kişinin anlayacağı bir acıyla doldu. Venti onun mızrağının yanına bıraktığı flütüne tekrar uzanmış ve gözlerini yüzünden ayırmadan yavaşça tuttuğu nefesini vermişti. Sanki tek bir aykırı hareketi bile onun kendisine olan güvenini sarsacak ve kaçmasına sebep olacakmış gibi hareket ediyordu, bir yandan da gerçekten haklı olduğunu biliyordu. Kaçabilir ve kendini soyutlayabilirdi, hayatını böyle geçirdiğini anlamak elbette ki zor değildi. "Ve?"
"Dahası yok. Varoluşumun sebebini sonuna kadar götüreceğim. Eğer Morax da böyle olmasını istiyorsa... O halde öyle olacak." Bu kendi içinde uzun zaman önce vermiş olduğu karar, geri dönülemez bir sonuçtu.
"Acı içinde ölmekte kararlısın yani?" Duyduğu ses hafif alaylı ancak oldukça buruktu. Yanındaki kişinin gözlerini üzerinde hissedebiliyordu elbet, ancak bakmaktan kaçınıyordu. Geceyi ve gündüzü bile içine sığdırabilen o gözler nasıl bir tavırla parlıyordu, aslında meraklıydı. Ancak bakmadı veya bakamadı, içinde bir yerlerde, oldukça derinde kararını değiştirebileceğini söyleyen biri vardı. "Niye yüzüme bakmıyorsun?" Dişlerini birbirine bastırdı ve başını yavaş yavaş ona çevirdi, güneşin yansıyan kızıl ışıkları Venti'nin tenini sıcak bir turuncuyla parlatıyordu. Lakin gözlerinde bu sıcaktan eser yoktu, oldukça derin, dipsiz ve daha kötüsü bomboş görünüyordu. "Bakıyorum."
"Benimle Mondstadt'e gelmeni istesem... Gelir miydin?" Bu soruyu duyduğu vakit orada öylece kaldı, etrafındaki rüzgarın ağırlaştığını hissetmişti, bedeni kasıldıkça daha da yorulduğunun farkına vardı. Konuşmadı. Ne karar verecek hali, ne de konuşabilecek kadar dermanı kalmıştı. "Sanırım bunu hayır olarak algılamalıyım. Lakin Alatus, bilesin ki öyle kolay izin vermem burada ölüp gitmene."
"Neden bu kadar umursuyorsun beni?" Bu aslında uzun zamandır merak ettiği lakin sormaya bir türlü cesaret bulamadığı bir soruydu. Günlerdir aklımda dönüp durmuştu ve ne düşünürse düşünsün mantıklı olabilecek bir açıklama getiremiyordu. Gözlerini nihayet denizden çevirdi ve onun gözlerinin içine, en derinlerine kadar baktı. Nitekim bomboş ve donuk irislerinin içinde anlam yükleyecek bir veya iki kırıntı bile bulamamıştı. "İllaki bir sebebi mi olması gerekiyor? Gördüğüm üzere o taş kafalı Morax sana iyi bakmıyor, tek sebebi bu."
"Morax taş kafalı değil."
"Evet, öyle." Oldukça büyük bir öfkeyle parlayan gözlerini Xiao'nun gözlerine çevirdi ve şaşkın ifadesini gördüğü an kendine gelmişçesine derin bir nefes aldı. Fazla tepki verdiğini fark etmişti, çatık kaşları hızla eski haline dönerken başını önüne çevirdi ve yapmacık bir şekilde güldü. Xiao ise hiçbir şekilde tepki vermemiş, öylece onu izlemişti. "Yani, demek istediğim o küçük insanıyla uğraşmaktan başka kimseyi göremiyor. Henüz dün yanındaydım, her şeyin farkındayım. Öyle dedim diye kızdın mı?" Bir süre daha sessiz kaldı Xiao, ikisi de denizi izlediler fakat Venti'nin bütün odağı onun üzerindeydi. Kafasında cümlelerini toplamaya çalıştığını biliyordu, arada derin derin nefes alıyordu. "Küçük Fatui ile çok zaman geçirdiği bir gerçek. Ama onu mutlu eden buysa eğer varsın öyle olsun. Önemli değil."
Venti'nin yüzüne baktığında gözlerinde oldukça durgun ve buruk bir ifade görmüştü. Şaşırdığını belli edercesine baktı fakat yüzündeki ifade değişmemişti. Venti ise hafifçe gülümsedi, başını eğdi ve elindeki flüte, sonrasında tekrar Xiao'ya baktı. Ayağa kalktı ve sırf yakalayacağını bildiği için flütü üzerine doğru fırlattı. "Sonraki görüşmemize dek yanından ayırma. Çalmak iyi gelir muhtemelen." Xiao anında flütü yakalamış ve anlamadığını belirtircesine bakmaya devam etmişti. "Nasıl çalındığını bilmiyorum."
"Bir dahaki sefere öğretirim. Görüşmek üzere, Alatus." Bedeni bir anda küçük tüylere dönüşüp kaynolurken başka bir cümle daha söylediğini işitti fakat anlamamıştı.
Xiao o günü elinde gezdirdiği flüte bakarak geçirdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/309598951-288-k245227.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kanlı eller meselesi | xiaoven
Hayran Kurgu"Ellerim her kana bulandığında yanımda istememeliydim seni, orada olamayacağını bile bile."