Gerçekleri Görme, Enayiliği Terk Etme.

113 8 12
                                    

Bundan altı sene önce yani on sekiz yaşında Dostoyeski olma planlarım vardı. Yirmi yedi yaşında işe yaramaz bir adam oldum çıktım. Lakin o sene başladığım kitabımı hâlâ yazıyorum, aslında kendimi kandırıp ayda bir eklenen üç satıra marifetmiş gibi bakıyordum.
Ben yirmi yedi senelik ömrü oyun bildim oynuyor ve kendimi de yaşamak için oyalıyorum.
İnsan kendini oyalamak için neler neler buluyor, mandalina mesela insanı oyalıyor, kağıt kalem mesela oyalıyor, bazı insanlar da bazı insanları oyalıyor. Yapıyorlar bunu.
Mesela bu satırları yazdığım sırada karşımda sigara içen yeni yetme askerler de beni oyalıyor.
Bunu bilince, bazı şeyler ağırınıza gidiyor. Gitmeli.
Fısıltılarla konuşmalarının nedeninin sadece onların üstü olmam engelliyor ve bu da zoruma gidiyor. Dışarda tek bir arkadaşımın olmaması, adıma tek satır mektup yazılmaması da zoruma gidiyor. Gitmeli ki zaman zaman boynumu bükmeli de.

Bugün bir kere daha fark ettim, yediğim hiçbir tokat beni geçmişten uzaklaştırmıyordu.
Aksine bunun bilincinde olarak yaptığım her şey, beni kendimden ötelere savurup duruyordu.

Ve ben bugün bir kere daha fark ettim, dünyadaki en büyük yokuş insanın kendisi. Ben de kendimden gidemiyordum ve bi' şey olacak ve her şey şimdi olduğundan çok daha kötü olacak gibi hissedip kendimi tüm mevcut savaşların önüne siper etmekten de geri durmuyordum.
Nası bi' şey bilmiyorum çünkü bu dünyadan daha kötüsünü ufkum almıyor.

Gözlerimi karşımdaki askerlerin üzerinde tutmayı çoktan bırakmış kendi kafamın içindeki seslerin arasına dalıp gitmiştim.
Askerlerimden birinin çekingen bir sesle

"başka bir emriniz var mı komutanım?"

Cümlesiyle kendime gelebildim.
Yüzümdeki anlık şoku ustaca gizleyip öylece yüzüme bakan askere döndüm.

"herhangi bir emrim yok, yarın aynı saatte tam tekmil içtimaya bekliyor olacağım. "

Sizi ip gibi sırada görmezsem bugün ki yorgunluğunuz hiç kalacak yanında.
Anlaşıldı mı asker?"

Korku dolu bir yutkunma ile gözlerimin içine bakan Minseok'u birkaç adım geçip sesimi yükselterek cümlelerimi sonlandırdım.
Hepsinden gür ve koro şeklinde

"anlaşıldı komutanım"

sesi duyulduğunda başımı sallayıp az önceye nazaran daha kısık çıkan sesimle "rahat" Deyip dağılmalarını izledim.
Adımlarım beni karakolun soğuk duvarlarına götürdüğünde sırtımı yaslayıp etrafta gözlerimi gezdirdim ve cebimdeki sigara paketini çıkarıp birini dudaklarımın arasına alırken karargahın önünde benim gibi sihara içen sivil adama gözlerim kaydı, çakmağıma elimi siper edip yaktığımda derin bir nefes çekip gereğinden fazla üzerinde oyalandığım adama daha bir dikkatle baktım.
Ona baktığımı fark edip etmediği ile ilgili değildim. Gözlerimi üzerinde tutmama neden olan bir şeyler vardı, öğrenmeden gözlerimi üzerinden terk etmemi engelleyen.
Fakat askeriyede alışılmadık şekilde günlük giysiler içerisindeki adam gözlerini birkaç saniye bedenimde oyaladıktan sonra karargahın içine doğru yürüyerek gözlerimi terk etti.
Ve bu merakı burada sonlandırıp yorgun argın günün bitmesini bekleyen bedenimi yatakhanenin soğuk odasına attım ve bir sandalye çekip çaylak askerlerin evraklarını kontrole döndüm.
Geçen birkaç saatinin ardından telsizimden aldığım çağrı ile karargaha yürürken atış talimi yapan askerlere görünüp içlerinden az önce ismini öğrenip ani bir kararla onbaşı yaptığım Jongdae'ye emanet ederek girdim tedirgin bir şekilde.
Aniden aldığım çağrı yüzünden üzerimde oluşan gerginliği yutmak için uğraştım.
Hem bedensel hem de psikolojik bir savaş verdiğim insanların karşısında yüzümde korku belirtisi barındıramazdım. Düşünceler beni tekrar aralarına almadan kapıyı çalarak içeri girdim. İstemsizce dikleşen çenem ve çatılan kaşlarımı hissediyordum üstüm olan komutanlara selam verirken.
Gözlerimi bana seslenen binbaşıya çevirdiğimde yüzündeki sade tebessümle birkaç saat önce çatık kaşlarımı dikerek baktığım yabancıyı gösterdi.

kötü düşünceleri ahlaksızlığınla çarptım. / Sekai.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin