Bugün yine her zamanki gibi, sessizce köşesine çekildi genç adam. Her sabah okula gelir, onun giriş saatine göre sokulurdu bu oyuğa. Böylece kız kapıdan içeriye girdiği zaman, her şeyi net bir şekilde görebilirdi. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmazdı. Ve asıl önemlisi, kız onu asla görmezdi.
Evet, rutin böyle işliyordu işte. Genç adam her sabah bu köşeye gizleniyor, kızın okulun kapısından gireceği anı bekliyordu. O ana kadar, gözlerini asla kapıdan ayırmıyordu. Sanki gözlerini bir milim bile oynatacak olsa, her şeyi kaçırabilirmiş gibi geliyordu ona. Eğer bir saniyeliğine de olsa ayırsa gözlerini; bütün gün ve gece beklediği, hasretini çektiği anı kaçırmış olacaktı ona göre.
Ana kapının çaprazındaki bir köşede, eski yıkık duvarların arasında kalmış oyuğun varlığına şükretti her zaman olduğu gibi. Bu oyuk sayesinde, hiç kimse genç adamın orada olduğunun farkına varmıyordu. Bu eski yapı sayesinde gizli kalıyordu her şey. Eğer okuldan biri onu fark edecek olursa, adının saçma sapan sıfatlarla anılacağından emindi genç adam. Oysa onun sapıklıkla ne uzaktan ne de yakından ilgisi vardı. Bu bir alışkanlığa dönüşmüştü onun için.
Geçen yıldan beri devam ediyordu ve sanki hayatında bu olmazsa yaşayamazmış gibi hissettiriyordu. Garip.
Olay, çok basitti. Bu kadar karmaşık durduğuna bakmayın, aslında her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı. Genç adamın derslerinin öğleden sonra olmasına rağmen, neden sabahın erken saatlerinde okula geldiğinin, neden bu oyuğa gizlenip onu beklediğinin, elbette ki mantıklı bir açıklaması vardı.
Her şey geçen sene başlamıştı. Bilindik bir sonbahar günüydü. İstanbul'un kirli havasını bile katlanılabilir kılan, sizi sırılsıklam etmeyecek kadar ince ince yağan yağmurun altında, deri ceketine sarınarak yürüyordu genç adam. Üşüdüğünden değil, bir alışkanlık olduğu için, ceketin ceplerindeydi elleri. Yağmurun küçük taneleri, saçlarının üzerinde bir çiy tabakası oluşturuyordu. Defter kitap taşımak gibi bir adeti olmadığına da memnundu. Okulun güvenliğinden geçerken sorun olmayacaktı böylece.
Nüfus bakımından kalabalık bir okulda okuduğunu kabul etmek gerekiyordu. Öğrenciler derslerine yetişmek için acele ediyorlardı madem, neden yanlarında o kadar şeyi taşıma gereği duyuyorlardı? Güvenlik makinalarına takılıp kalmaktan öylesine memnunlardı demek ki.
Her şey görünüş içindi. Genç adam bunun böyle olduğundan emindi. Ellerinde koca koca kitapları taşıyınca, çalışkan öğrenci gibi görünürdünüz diğerlerine göre. Derste hocanın anlattıklarını harfi harfine yazmalıydınız, yoksa düşük notları alırdınız. Toplumun genel kabulü buydu.
Peki, yanında hiç kitap taşımayan, derste not tutmak yerine uyumayı tercih eden birinin, en yüksek notları almasının nedeni neydi?
Genç adamın dudaklarında çarpık bir gülüş belirdi. Bu kendini beğenmişliğinin simgesiydi. İnsanlarla böyle alay ediyordu. Onu tanımayanların hakkında ne düşündüklerini biliyordu elbette. Kimileri onun doğuştan zeki olduğunu ve IQ seviyesinin Eistein'ı aratmadığını söylerken; kimileri de babasının okula yaptığı küçük bir servet değerindeki bağışları öne sürüyordu. İnsanlar konuşuyordu işte.
Genç adama göre hepsi zırvaydı. Zırva.
Zeki olduğu doğruydu. Başka bir açıklama yapmak gerekirse, zekiydi işte. Derste uyuyordu ve notları sınavdan önce sadece bir kez okuma gereği duyuyordu. Ve işte bam! Sınavda en yüksek notu o alıyordu.
İnsanlar bunu garipsiyorlardı, çirkinleştiriyorlardı. Kimse olduğu gibi kabul etmezdi. Buna alışmıştı, artık duyduklarını kulak arkası ediyordu.
İşte bunları düşünürken, bir yandan da X-Ray cihazından geçmeye çalışıyordu. Cebinde taşıdığı son model cep telefonunu yan tarafa bırakarak, cihazdan sorunsuzca geçti ve telefonunu tekrar eline aldı. Saati değişen dersin olduğu sınıfa gitmeden önce ayılmak için kahve almayı düşünüyordu. Diğer insanların aksine yalnızca uykusunu açmak için içmezdi kahveyi, gerçekten seviyordu.
Bayanlar ve baylar, işte her şey o anda olmuştu. Elini cebine sokup tekrar yürümeye hazırlanırken, sırtına bir şey çarpmıştı. Bir şey değil, biri. Görünüşe göre o sadece biri değil, toplu bir felaketti de. Genç adamın sırtına çarpan ağırlıktan bir homurdanma gelmiş ve yere düşen bir şeylerin sesi çalınmıştı kulağına.
Arkasına döndüğünde yere eğilmiş bir saç yığını görmüştü genç adam. Ve yere düşen kitaplarını toplayan küçük eller. Küçük beyaz eller.
Uzun boyuna rağmen eğilivermişti yere bir anda. Neyin dikkatini çektiğini bilmiyordu, birdenbire oluvermişti her şey. Onu mıknatıs gibi çeken yere değecekmiş gibi duran uzun ve simsiyah saçların ipeksi görüntüsü mü, yoksa bu saçların sahibinin küçük beyaz elleri mi bilinmez... Birden yerde bulmuştu kendisini. Kız etrafa saçılmış, kendisiyle aynı boydaymış gibi duran büyük kitaplarını toplarken, yardım etmek istermiş gibi görünüyordu ama onun dikkati sadece kızdaydı.
Yüzü yere eğilmişti ve sıkıntıda olduğu anlaşılıyordu. Kaşları çatılmış, henüz hangi renkte olduğunu bilmediği gözlerini örtmüştü. Yüzünün rengi bembeyazdı ama öyle hastaymış gibi değil. Süt beyazıydı kızın teni. İnce ince serpiştiren yağmurun altında nemlenmiş saçları tenine yapışmıştı. Genç adam onu büyülenmiş gibi izlerken, yerdeki son kitabı kıza uzattı.
Ve işte görmüştü onu. Yüzünde oldukça büyük duran kocaman mavi gözleri çarpıvermişti onu bir anda. Genç adam iliklerine kadar sarsıldığını hissediyordu. Kıpkırmızı, gül goncası gibi duran dudakları utangaç bir tavırla bükülmüştü. Mahcup olduğu belliydi.
Elini çekinerek uzatmış ve genç adamın elinden alıvermişti kitabı. Sonra büyük mavi gözlerini başka yöne çevirmiş, hızla ayağa kalmıştı. Genç adama müziği anımsatan ince bir sesle, "Teşekkür ederim," diye mırıldanmıştı sessizce ve küçük vücuduna oranla hızlı bir şekilde uzaklaşıvermişti.
Genç adam ağır ağır ayağa kalmıştı arkasından. Gözleri onun uzaklaşan vücudu kaybolana kadar ayrılmamıştı olduğu yerden. Olan hiçbir şey yok gibi gözükebilirdi, ancak şu kısacık zaman diliminde hayatı sarsılmış gibi hissediyordu. Kendisini hiç olmadığı kadar garip hissediyordu. İçinden bir ses onun kim olduğunu öğrenmesi gerektiğini fısıldamaya başlamıştı.
Ertesi gün aynı saatlerde okula gelmiş ve kızın kapıdan içeri girişini izlemişti. Onu uzaktan izlemiş ve şüphelendirmemeye özen göstererek takip etmişti. Kim olduğunu öğrenmek için girdiği sınıfı bulmuştu. Çok değil, bir saat sonra adını öğrenmişti. Okulda bir sürü boş gezen ve dersler dışında her şeyle ilgilenme zahmetine giren insan vardı ne de olsa.
Neyse ki, bu kez işine yaramışlardı. Hiç değilse elinde bir isim ve kızın ders programı vardı.
İşte her şey böyle başlamıştı. Hep böyle mi gidecekti, orası henüz bilinmiyordu. Zaman gösterecekti...
Karakterler: Duru Çelik & Gurur Özdemir
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın İlk Öpücüğü
RomansaGurur Özdemir, uzun zamandır uzaktan izlediği kıza sırılsıklam aşıktı. Her gün aynı saatte köşesine çekilir, okul kapısından içeri girdiği anın hasretiyle onun gelmesini beklerdi. Yalnızca uzaktan görmek ona yetiyordu. Daha fazla yaklaşmaya cesareti...