Bu kadardı. Her yere haber gönderilmişti. Bugün nişanım vardı. Tüm o hazırlıklar benim içindi, tanımadığım, görmediğim biri ile nişanlanıyordum. Onu bırak, yakında eşi olacaktım. Annem ve babama karşı gelmeyi göze alamazdım. Politik çıkarları için tek kızlarından vazgeçmişlerdi...Buna iki büyük abim nasıl izin vermişti? Henüz on sekiz yaşımda olmamın yanı sıra, mutlu olmayacağımı biliyordum.
Pembe renginin hüküm sürdüğü odamın penceresinden saray bahçesini izliyordum. O çok sevdiğim güzel bahçe... Belki de son kez görüyordum. Uzak diyarlardan gelen at arabalarını görebiliyordum. Geliyorlardı. Sevgili müstakbel eşim...
Derin bir nefes alarak penceremden uzaklaştım, bunu görmek istemiyordum. Odamı izlemeye başladım. Pembe... Çok fazla pembe rengi vardı bu odada, nefret ederdim. Bebek odası gibiydi. Annem ve babam, on sekiz yıl önce bir kızları olacağını öğrendikleri an mutluluktan tüm odayı pembeye boyatmışlardı.
Tabii ki, tekrar boyatmak için ikisini de asla ikna edememiştim. Büyük odamın tam ortasında bulunan kumaşı beyaz, başlığı altın renkli olan yatağıma çevirdim gözlerimi. Üzeri, yastıklar ile doluydu. Renk renk ayrı şekillerde ve hacimlerde bir sürü yastık. Hepsinin bir hatırası vardı.
Odamın dört duvarının biri pencereler ile doluydu, kalan üç duvar ise boş kütüphaneler. Babam hep kitap okumamı isterdi fakat onun kütüphanesinde ilgimi çeken çok az kitap vardı. Çok kalın, eski ve anlaşılmaz kitaplardı. Onları görmek bile beni büyük bir sıkıntı içine düşürüyordu. Şiir kitaplarına büyük bir zaafım vardı lakin babam buna tamamen karşıydı.
Gelen kapı sesi ile gözlerimi o yöne çevirdim. İçeri giren annemdi. Geldiklerini haber vermek için gelmişti biliyordum. Fakat hiçbir şey demeden yanıma yaklaştı.
Usul usul yanıma, yatağımın üzerine oturdu. Konuşmuyordu, ben de konuşmak istemiyordum.
Kafamda tonlarca soru vardı. Bundan sonra neler olacaktı? Bilmiyordum ve bilmemek beni korkutuyordu."Çok mutlu olacağına inanıyorum..." dedi birden. Dudaklarımda beliren alay dolu bir gülümsemeye engel olamadım. Kötü bir şey söylemek istemiyordum. Annem, büyük bir diyarın Kraliçe'si olarak herkesin korktuğu ve saygı duyduğu biriydi. Benim de diğerlerinden farkı yoktu. Ona saygı, sevgi duyup hürmet etmek zorundaydım. Babamda buna dahildi.
"Benim ile konuşmayacak mısın?"
Odamı büyük bir sessizlik ele geçirdi. Ne diyebilirdim ki? Beni zorla evlendiriyorsunuz, evet çok mutlu olacağım mı? Yalan söyleyemezdim. Sahiden, buna gerçekten canı gönülden inanıyor muydu? Mutlu olabileceğime inanmak... İnanabilmek. Var olmayan bir şeyin hayalini kurmak gibiydi.
"Yeter bu çocukça tavrın, derhal hazırlanıp avluda olmanı istiyorum."
Bir kez daha gülümsedim. Bir kez daha sesimi çıkarmadım...
Kaçışım yoktu fakat onlara hayatlarını zindan edecektim. Derin bir nefes alarak kıyafetimi düzenledim. Siyah giyinmiştim. Her zaman ki gibi. Nişanımda da değişmeyecekti bu. Bu rengi çok sevdiğimi daha önce söylemiş miydim? Son bir kez uzaklara daldı gözlerim.
Kır atlarının çektiği bir fayton minik bir kavisli yolu takip ederek yaklaşıyordu hızlıca, gözümün önünde uzayıp giden uçsuz bucaksız çam ağaçları ve onlara şarkı söyleyen rüzgâr insana yaşam hevesi veriyordu. Fakat içime taht kurarak o hevesi bastıran karamsar halim kazanıyordu bu savaşı. Bugün her şey bitiyordu.
Cam kenarından ayrılarak bakışlarımı odamın kapısına çevirdim ve yavaş adımlar ile odamdan çıktım. Gösterişli koridorları yok sayarak ilerledim. Uyku girmeyen gözlerime parlak güneş ışınları vuruyordu. Kısık göz kapaklarım ile merdivenlerden aşağı inmeye başladım.
Nişanıma gidiyordum. Evliliğe...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliyet Uğruna
General FictionHerkes neredeydi? Bu şato neden bugün bu kadar sessizdi? Yardımcılar dahi etrafta gezinmiyordu. Genellikle bu büyük eğlenceler olduğu zaman olurdu. Bir eğlence vardı da haberim mi yoktu? Bilmiyorum. "Kızım, biliyorsun bir süredir zorluk çekiyoruz...