💎 BÖLÜM 3 / PRENSES 💎

89 51 37
                                    

Ey ahali duyduk duymadık demeyin, peynir ekmek yemeyin! Krallığın kurallarını ezip geçmeyin! 3. Bölüm ile karşınızdayım. Yıldızı parlatmayı ve öneri eleştirilerinizi yorum kısmına bırakmayı unutmayın. 💎
Şimdiden teşekkürler. 💎

"Bunu bize nasıl yaparsın Augusta? Tanrım inanamıyorum. Bana bunu nasıl yaparsın? Ben... ben seni aklımı kaçıracak kadar severken bana, bize bunu nasıl yaparsın?"

Sustum.

"Ben seni sevdiğim kadar kimseyi sevmedim, sevmeyeceğim fakat bunu aşamıyorum Augusta. Bu berceste ilişkimizi nasıl bozdun... Beyhude bir sebep için bize bunu nasıl yaptın?"

Gözleri dolmuştu.
Gözlerim dolmuştu.
Sustu.
Sustum.

Belimde hissettiğim parmaklar ile kafamı kaldırdığımda yanımda beliren Edward'a çevirdim bakışlarımı. Konuşmayı duymuş olabilir miydi? Duyması istediğim son şeyler arasında bile değildi. Simon'dan ona hiç bahsetmemiştim. Adını ve kim olduğunu bilmiyordu. Öğrenmesini istemiyordum. Bir yola girmiştik ve artık her şey için çok geçti. 

James Edward, kurallardan nefret eden biriydi. Kurallar ve yazılı çizili olan her şey... Bunu, kendi Krallığının tüm gelenekleri ı çiğneyerek göstermişti. Ve tüm şaşkınlığıma rağmen ailem buna ses dahi çıkarmamıştı. Nasıl oluyordu bilmiyorum, genellikle krallıklar arasında gelenek ve göreneklerine en bağlı kalan bizdik. Fakat bu sefer ailem bile sesini dahi çıkarmamıştı. Nedenini dahi bilmiyordum.

"Augusta, her şey yolunda mı?" diyen adama doğru çevirdim kafamı. "Evet..." demek ile yetindim.

"Simon'du değil mi? Augusta'nın arkadaşı?"

Bir kez daha sustum. “Arkadaşı” derken sanki dişlerini sıkıyordu. Bunu neden yapıyordu ki?  İstemsizce başımı önüme eğdim. Edward, dik durmam için beni hafifçe dürttü. "Evet..."

Edward kesin konuşmamızı duymuştu. Bana kafasını çevirerek Simon ile konuşmak istediğini belirttiğinde ikisini yalnız bırakmak adına yanlarından uzaklaştım.

Bulunduğumuz köşkün bahçesine doğru ilerlerken, etrafımda gözlerimi gezdirmeyi ihmal etmedim. Beyaz duvarların üzerinde boy boy altın renkli desenler vardı. Bazıları çiçekleri anımsatırken, diğerleri duvarı ele geçiren sarmaşık şeklindeydi. Göz kamaştırıcı görünüyorlardı.
Buram buram zenginlik kokan köşkün şatafatı herkesin dilindeydi fakat benim için çok saçmaydı.

Ne gerek vardı bu kadar gösteriye? Zaten kraliyet ailesinden olduğumuzu cümle alem biliyordu. Kim içindi bu kadar gösteriş bilmiyorum.

Buranın sevdiğim tek şeyi bahçesiydi.
Bahçelere bir zaafım vardı. Çiçekli yollar ve renk renk bitkiler ruhumu okşuyordu. Kendimi, bir şekilde huzurlu hissediyordum. Nasıl oluyordu bilmiyorum fakat bana, yaşadığımı hissettiriyordu.

Arkamdan yükselen topuk sesler ile kafamı omzuma doğru çevirdiğim sırada Simon'un küçük kız kardeşi, Fiona ile karşılaştım. O güzel yüzünde, bir tutam hüzün bulunuyordu. Benim yüzümdendi...
Yutkunarak kafamı tekrar bahçelere çevirdim. Az önce beni rahatlatan bahçeler şimdi üstüme üstüme gelmeye başlamıştı. Konuşmuyordu, arkamdan beni izlediğini hissedebiliyordum.
Bu melankolik havaya, gerginlik eklemişti varlığı. Tepeden tırnağa beni gözlemlediğini biliyordum.

Saniyeler geçiyordu. Dakikalar gibi, saatler gibi. Ne kadar süre arkamdan beni izlediğini kestiremiyordum, aldırış etmeden karşımda ki manzarayı izlemeye devam ettim. Çicekler, renklerini güneş ışığında parlaklıklarını koruyordu. O kadar güzel ve capcanlı bir görüntü vardı ki karşımda... Derin bir nefes alarak kafamı omzuma doğru çevirdim. "Beni böyle sinsi bir şekilde izlemeye devam edecek misin, Fiona?” 

Kraliyet UğrunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin