Dördüncü Bölüm

180 21 62
                                    

Market, Bee'nin evinden yaklaşık bir kilometre uzaklıktaydı. Küçükken koca bir demet elde edip o keskin bal kokusunu alana kadar, yol boyunca mor yonca toplaya toplaya tek başıma markete giderdim. Bazen de kız kardeşimle ya da kuzenlerimle yürüyerek oraya giderdik. Yola çıkmadan önce yirmi beş sent versinler diye büyüklere yalvarır, cebimizi çikletlerle doldurup öyle eve dönerdik. Eğer yaz mevsiminin bir tadı olsaydı, bu kesinlikle pembe çiklet tadında olurdu.

Bee ile şehir merkezine giderken yol boyunca sessizlik hâkimdi. Bu eski arabanın en güzel yönü, eğer konuşmak istemiyorsan buna zorunlu olmamandı. Motorun mırıldanan rahatlatıcı sesi, içerideki huzursuzluğu yok ediyordu.

Bee alışveriş listesini bana uzatarak, "Fırına uğrayıp Leanne ile konuşmam gerek," dedi. "Sen alışverişe başlar mısın tatlım?"

"Tabii ki," diyerek gülümsedim. Oraya en son on yedi yaşında gitmiş olsam da yolumu bulacağımı biliyordum.

Abur cuburlar büyük ihtimalle yine üçüncü reyonda duruyordu ve sebze-meyve reyonundaki, pazılarını göstermek için tişörtünün kollarını yukarıya kadar kıvıran hoş çocuk da orada olmalıydı.

Bee'nin alışveriş listesine şöyle bir göz gezdirdiğimde akşamki yemek için ağız sulandıran malzemelerin olduğunu gördüm; somon, arborio pirinci, pırasa, tere, arpacık soğanı, beyaz şarap, ravent, şekerli krema. Reyon yakın olduğundan beyaz şarapla alışverişime başlamaya karar verdim. Marketin şarap reyonu, sınırlı seçim şansı bulunan bir bakkal dükkânından çok lüks bir restoranın kilerini andırıyordu. Bu kilere inen merdivenler loştu. İçerideki tozlu şişeler ise tehlikeli bir şekilde duvarlara tutunmuş gibi görünüyordu.

"Yardım edebilir miyim?"

Biraz ürkerek yukarıya baktım ve benim yaşlarımda bir adamın bana doğru yaklaştığını gördüm. Bu nedenle gerileyince neredeyse bir beyaz şarap rafını deviriyordum. "Aman Tanrım, özür dilerim." dedim, bir yandan da bovlingdeki labutlar gibi sallanıp duran bir şişeyi durdurmaya çalışıyordum.

"Mühim değil." diye karşılık verdi adam. "Kaliforniya beyazı mı ya da daha yerel bir beyaz şarap mı arıyorsunuz?"

Kilerde çok az ışık olduğu için ilk başta onun kim olduğunu çıkaramadım. "Aslında, ben sadece..." Ve o anda yukarıdaki raftan bir şişe almak için bana yaklaştığında yüzünü net bir şekilde gördüm. Şaşkınlıktan ağzım bir karış açık kalmıştı. "Aman Tanrım, Chan bu sen misin?"

O da gözlerine inanamıyormuşcasına başını iki yana sallayarak bana bakıyordu. "Yena?"

Bu durum hem biraz ürkütücü hem heyecan verici aynı zamanda da rahatsız ediciydi. Burada, üzerinde market önlüğüyle karşımda duran kişi, benim gençlik aşkımdı. Onu en son yirmi sene önce görmüş olmama rağmen, yüzü hâlâ muhteşem bikinimin üstünü kaldırmasına izin verdiğim ve ellerini göğüslerimde gezdiren adamın tanıdık yüzüydü. Beni çok sevdiğinden o kadar emindim ki bir gün evleneceğimizi düşünürdüm. Bundan hiç şüphem olmadığından marketteki kadınlar tuvaletindeki tuvalet kâğıtlarının arkasına hep "Yena + Chan = Aşk" yazardım. Ancak yaz bitmiş ve evime geri dönmüştüm. Beş ay boyunca posta kutumu kontrol etmiştim ama ondan hiç haber almamıştım. Beni aramamıştı da. Sonra bir sonraki yaz Bee'ye geldiğimde sahil boyunca yürüyüp onun evine gitmiş, kapısını çalmıştım. Hiç hoşlanmadığım kız kardeşi kapıyı açtığında. Chan'ın üniversite için şehirden ayrıldığını ve yeni bir kız arkadaşı olduğunu söylemişti. Adı da Lisa idi.

Chan hâlâ inanılmaz derecede yakışıklıydı ama şimdi biraz yaşlanmış ve yıpranmıştı. Benim de yıpranmış gözüküp gözükmediğimi merak ediyordum. Evli olup olmadığını anlayabilmek için sol elinde alyans var mı diye bakmadan edemedim. Yoktu.

march violets, jay✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin