Birinci Bölüm

430 32 262
                                    

"Sanırım o an geldi çattı," dedi Soobin, evimizin giriş kapısına yaslanarak. Ardından, beş yıl önce New York'tan beraber aldığımız ve yenilettiğimiz bu iki katlı evdeki mutlu anlarımızı hatırlıyormuşçasına gözleriyle etrafı inceledi. Önce muhteşem kemerli girişe, Connecticut'taki bir antikacıdan aldığımız ve adeta bir hazine gibi evin köşesine yerleştirdiğimiz eski şömineye, son olarak da yemek odasının rengiyle insanın kanını ısıtan duvarlarına baktı. O zaman hangi renge boyayacağımız konusunda çok düşünmüş, sonunda Marakeş kırmızısında karar kılmıştık. Bizim kısa evliliğimiz gibi hem hüznün hem de şaşkınlığın izini taşıyordu bu renk. Soobin, bunun fazla turuncu olduğunu söylese de bence çok doğru bir renkti.

Bir an için göz göze geldik. Fakat hemen elimdeki koli bandına baktım ve bu sabah toparlanmak için gelen Soobin'in son birkaç eşyasını da aceleyle kutuya koyup bantladım. O anda yeni bantladığım kutuda mavi, deri ciltli kitabımı hayal meyal gördüğümü anımsadım. "Bir saniye, benim Kaybolan Yıllar kitabımı mı alıyorsun?

Eski püskü sayfalarıyla pek de o zamanları hatırlamam istemememe rağmen, bu kitabı altı yıl önce, Tahiti'deki balayımıda okumuştum. Geçmişe dönüp bakınca, 1931'de Pulitzer Ödülü almış Marget Ayer Barnes'ın bu kitabını, bir gün herhangi bir otelin lobisinde bir yığın tozlu kitabın arasında bulacağım, hiç aklıma gelmezdi. Kitabı o toz yığınından nazikçe alıp, tarif edemeyeceğim bir içtenlikle kalbime bastırmışımı. Bu dokunaklı hikâye aşkı, gizli tutkuları ve özel düşüncelerin derinliğini anlatıyordu. Öyle ki benim yazma tarzımı da sonsuza dek değiştirmişi. Hatta yazmayı bırakma nedenimde olabilirdi. Soobin bu kitabı hiç okumamıştı, bundan memnundum aslında. Birileriyle paylaşmak için oldukça özel bir kitaptı. Sanki benim yazılmamış günlüğümün sayfaları gibiydi.

Kutuyu tekrar açıp içindeki eski kitabı bulabilmek için çırpınırken, Soobin de bana bakıyordu. Kitabı bulduğum an rahat bir nefes aldım.

"Affedersin," dedi Soobin belli belirsiz. "Bu kadar umursayacağını düşünmemiştim."

Benim hakkımda düşünemediği o kadar çok şey vardı ki. Kitabı elime aldım ve başımı sallayarak kutuyu yeniden bantladım. "Sanırım bu kadar." diyerek ayağa kalktım.

Soobin dikkatle bana bakınca bu kez bakışlarına karşılık verdim. Birkaç saat için, en azından boşanma evraklarını imzalayana kadar benim kocamdı. Ancak evlendiğim adamın bir başkası için beni terk ediyor oluşunu bilip de bu koyu kahve gözlerinin içine bakmak, gerçekten zordu. Biz bu duruma nasıl gelmiştik?

İlişkimizin bitiş sahnesi, ayrıldığımızdan beri milyonlarca kez olduğu gibi trajik bir filmi andırırcasına canlanmıştı yine zihnimde. Kasım ayının yağmurlu bir pazartesi günüydü. Her zamanki gibi onun en sevdiği acı soslu omleti yaparken. Soobin bana Solbin'den bahsediyordu. Onu nasıl mutlu ettiğini, onu nasıl anladığını, birbirleri arasında nasıl güzel bir iletişim olduğunu... O an birbirini tamamlayan iki lego parçası gözümün önüne gelmişti. Ürpermiştim. Ne gariptir ki o sabaha tekrar geri döndüğümde her defasında aklıma gelen tek şey, yanık acı soslu yumurtaların kokusu oluyordu. Evliliğimin sonunun da o acı soslu omletler gibi kokacağını nereden bilebilirdim ki?

Soobin'in yüzüne bir kez daha baktım. Üzgün ve kararsızdı. Ona bir adım atıp kollarına atılsam, af dileyen bir koca edasıyla bana tüm aşkıyla sarılacağını ve evliliğimize kıyamayacağını biliyordum. Ama hayır, dedim kendime. Yara almıştık bir kere. Kaderimiz belliydi artık. "Hoşça kal, Soobin." Kalbim bunu yapmamı istemese de mantığımı dinlemeliydim. Gitmesi gerekiyordu.

Soobin incinmiş görünüyordu. "Yena ben..." Özür mü dileyecekti? Yoksa ikinci bir şans mı isteyecekti? Bilmiyordum. Onu susturmak istercesine elimi kaldırdım ve tüm gücümü toplayarak. "Hoşça kal." dedim.

march violets, jay✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin