Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht u sa'âdet dünyede vahdet gibi.
MuhibbiŞehzade Mustafa ve Sultan Süleyman'ın ordusu Otağ-ı Hümayun'un önünde karşı karşıya gelmişti. Şehzade tüm orduyu toplamıştı ve büyük bir ordusu vardı. Sultan Süleyman'ın ise yalnızca çadırın önündeki ordusu yanındaydı.
Bu nedenle savaşın kazananı aslında belliydi ancak Sultan Süleyman yenilmek istemedi. Rüstem Paşa ve diğer güvendiği paşaları çadırın önündeki orduya yolladı. Askerler savaşmaya başladı ve savaşı Şehzade Mustafa'nın ordusu kazandı. Sultan Süleyman'ın ordusu çekilmek zorunda kaldı. Daha sonrasında Şehzade Mustafa, ordusuna döndü:
-Yiğitlerim! Bu zafer hepimizindir. Buraya kadar beni yalnız bırakmadınız. Hepinize minnettarım.
Ordudan zaferi kutlayan sesler yükselirken bir ses gelir:
-Sultan Süleyman'a ne olacak?Canını alacak mısınız? Yoksa sürgün mü edeceksiniz?
-Hayır, canına kıymayacağım. Zalim olmayacağım. O benim canımı almaya kalktıysa da bu onun günahıdır. Ben baba katili olmam,olamam. Böyle bir vebalin altına giremem. Ancak mutlaka sürgün edilmesi gerekir.Daha sonra atından indi ve otağa doğru yürüdü. Çadırın önünde Şehzade Mustafa 'nın askerleri duruyordu, Sultan Süleyman ve Rüstem Paşa'nın kaçmasını önlemek için bekliyorlardı.
Şehzade Mustafa çadıra geldi ve Rüstem Paşa'ya bakıp askerlere:
-Derhal götürün bu gafili! kaçmasına sakın izin vermeyin! Onun akıbetine sonra karar vereceğim.
Askerler Rüstem Paşa'yı kolundan tutup çadırdan çıkarır. Şehzade Mustafa çadırdaki askerlere çadırın dışında beklemelerini, onu Sultan Süleyman ile yalnız bırakmalarını istediğini söyler. Askerler çıkar. Sultan Süleyman hiddetle bağırır:
-Sen kim oluyorsun da, benim üstüme ordu gönderip beni bu çadırda tutsak tutuyorsun!
Şehzade Mustafa, Sultan Süleyman'a doğru yürür:
-Hiç değişmeyeceksin değil mi? Burada hesap sorması gereken biri varsa o da benim. Resmen kendi evladını dinlemeden infaz etmeye çalıştın, benim canımı alacaktın! Beni dinlemedin bile, konuşma gereği bile duymadın. Bu kadar mı değer vermedin bana? Ben sadece senin iyiliğini düşündüm, ancak sen benim canımı almaya kalktın. Yazık, çok yazık baba! Kalbin bu kadar kararmış demek!
-Ben bunu sebepsizce yapmadım. Sen bana ihanet ettin Mustafa! Benim düşmanlarımla bir olup, bana ihanet ettin! Sen değil miydin Safevi şahına birlik olmak için mektup yazan?Ha, söyle Değil miydin!
-Değildim. Benimle bir kez olsun konuşmayı deneseydin bunu anlardın. İhanet etmedim, etmeyecektim de. Gerçeği biraz olsun bilmek istiyorsan anlatayım: Mihrimah neden Amasya'ya, sancağıma geldi? Tartıştığımız için pişman olduğunu, kırgınlıkları gidermek istediğini söyledi. Ona inandım. Kardeşimdi çünkü, değer veriyordum. Barışmak istediğini söyleyince de çok sevinmiştim çünkü kardeşimle aramın bozulmuş olması beni ziyadesiyle üzmüştü. Lâkin o bu konuda benimle aynı şekilde düşünmüyormuş anlaşılan. Oraya gelmesinin asıl amacı bizi bu noktaya getiren o oyunun başrolü olmakmış meğer. Mihrimah mührümü çalan kişiydi. Mihrimah ile sohbet ederken bir süreliğine dairemden ayrıldım, döndüğümde Mihrimah fazlasıyla telaşlı ve gergin görünüyordu, eşyaların yeri değişmişti. O zaman sebebini çözememiştim lâkin bütün bu olanlar her şeyi açıklıyor. Mihrimah'ın gittiği gün mührüm kayboldu, daha sonrasında bu oyun hazırlandı.
-Saçmalamayı kes Mustafa! Kim sana böyle bir oyun hazırlasın!
-Bir düşünelim o vakit. Buldum, belki de kıymetli zevceniz Hürrem Sultan ve piyonu Rüstem Paşa'dır, ortakları Mihrimah'ı da unutmamak gerek elbet, malum rolü büyük. Ne kadar garip değil mi? Hiç beklenmedik isimler. Kim bana böyle bir oyun oynasın bu iktidar savaşında? Mührüm çalındı, adıma haberim olmadan Safevi şahına mektup yazıldı ve yine haberim olmadan idamıma karar verildi. Siz ve bu kirli oyunlarınız yüzünden canımdan oluyordum ben! Kime anlatıyorum ki, görmüyorsun değil mi? Yıllardır görmüyorsun. Hep bizi suçluyorsun ve görmezden geliyorsun... Biz seni hep uyardık, iyiliğini düşündük. Ancak sen zehiri çoktan koynuna almıştın. Benim çocukluğum validemin gözyaşlarıyla geçti. Kendim de acı çektim. Ne yaptıysam senin gözünde hep suçlu olan bendim baba. Evlatların arasında da ayrımcılık yaptın. Beni ve validemi bir köşeye attın. Senin yüzünden yıllarca acı çektik. Ancak ben içimdeki merhameti yitirmedim. Zalim olmaktan korktum hep. Zalim, hırslı biri de olabilirdim. İstesem bu noktaya gelmeye gerek kalmadan çoktan isyan edip tahta da çıkabilirdim ancak yapmadım. Bu, sadakatimin en büyük kanıtlarındandır. Bu yaşıma kadar isyan etmedim ve eğer canımı almaya kalkmasan böyle bir olay olmayacaktı. Ama bana inanmadın yine inanmak istediğine inandın. Yine beni siliverdin, bir köşeye atıverdin hemen. Ben hâlâ buraya gelene kadar sana güveniyordum, canıma kıymayacağına inanıyordum. Sadakatim ve güvenim bakiydi ancak sonuçlarını gördük. Ne zaman birine güvensem olan bana oldu. Kardeşim de babam da bana tuzak kurdu. Yaşadıklarımın ağırlığını bilir misin? Yıllarca çektiklerim, bunca haksızlık ve son olarak kendi babamın infazıma karar vermesi, en acısı bu... Ben bütün bunlarla tek başıma mücadele ettim!Sultan Süleyman pişman olmaya başlar:
-Ben... Ben Hürrem'e değer vermiştim çünkü bana sadakatle bağlı olduğunu hissetmiştim... onun aşkına inandım ben... bütün bunları yapabileceğini düşünmemiştim...
-Ne sadakat ama,seni evlat katili yaptıracak kadar büyük bir sadakat ve aşk! Yıllar evvel üç kıtayı yönetip bir kadını yönetemediğinizi söylediğimde bana kızmıştın, inkar etmiştin. Bende o halde Hürrem'i durdurun, bizi onun göz yaşlarına kurban etmeyin demiştim. Durduramadınız, onun gözyaşlarına kurban ettiniz bizi! Kaç kere canıma kıymaya beni zehirlemeye çalıştı, olmadı. En son bunu sana yaptıracaktı. Bir babaya oğluna kıydırtacaktı. İşte sadakat! Divanı dinlemesi bile bunun yanında o kadar hafif kaldı ki...
Burada seninle bunları konuştum çünkü biraz empati yap istedim,yaşadıklarımı anla istedim,gerçeği gör istedim. Bir kez olsun kendini benim yerime koy. Bir çocuk düşün küçüklüğünden beri annesiyle bir köşeye atılmış, babasından asla sevgi görmemiş... Bir çocuk düşün her şeye rağmen çok sevdiği, güvendiği babası tarafından infazına karar verilmiş ... Nasıl? Korkunç değil mi sence de?Sultan Süleyman'ın gözleri dolar:
-Beni asla affetmeyeceksin değil mi?-Birinden af dileyeceksen Allah'tan af dile,zira bana bir hayat borçlusun...
-Ben bu savaştan çekiliyorum Mustafa. Tahtı sana bırakıp uzak bir yerde huzurla yaşamak, düşünmek istiyorum. Senin için bunca zaman hiçbir şey yapamadım en azından bunu yapmalıyım. Çok pişmanım...
-Benim düşüncem de tam da bu yöndeydi. Payitahttan uzakta sürgüne gitmeni istiyordum. Bu karar emin ol en doğrusu.
-Kefe'ye gitmek istiyorum. Genç, masum olduğum zamanlar oradaydım... Ayrıca gitmeden konuşmak istediğim biri var.
-Âlâ, Kefe'ye gönderileceksin ancak gözetim altında. Görüşmek istediğin kişiyi de haberci aracılığıyla buraya çağırabilirsin. Daha sonra hazırlıklar yapılınca yola çıkarsın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALTANAT:Mustafa Han
Historical Fiction"En büyük mahkeme insanın vicdanıdır." Bir şehzadenin mücadelesi... Saray entrikaları, taht savaşları, iki taraftan birinin kaybedeceği büyük bir savaş... Vicdanın ve iktidarın çatışması... İdamdan sultanlığa ilerleyen bir yol... Her şey 1553 senesi...