****
Tik
Tak
Tik
Tak
Tik
Tak...
Duvarda duran, en az yüz senelik sarkaçlı saatin sesi kulağını dolduruyordu. O kasvetli, karanlık dolap büyüklüğündeki odada alışık olduğu rutubet kokusu ciğerlerini doldururken, minik ellerinin biri ağzında biri gözlerindeydi. Minicik kalbi yerinden çıkacak gibi atıyor, duyulur korkusuyla kesik kesik nefesler alıyordu. Ağlamak geliyordu içinden, bağır çağır ağlamak. Anne demek, kurtar beni çıkar bu karanlıktan, korkuyorum demek istiyordu. Ona en acı veren, küçücük kalbini korku ile dolduran da buydu.
Köşede tir tir titrerken duyduğu kapı sesiyle olduğu yerden sıçradı. "Öldüreceğim seni, çık saklandığın delikten." diye bağırmıştı bir kadın sesi. Bir dakika sonra da içinde bulunduğu merdiven boşluğundaki odanın kapısı tekmelenmeye başladı.
"Aç şu kapıyı çık dışarı yoksa kırarım bu kapıyı. Bir de başıma çıkardığın masraf yüzünden döverim seni çııık. Ellerimle boğarım seni küçük katil..." diyordu kapıdaki korkunç kadın.
Minicik ellerini gözlerinden çekip kulaklarına götürdü. Duymak istemiyordu bu sözleri. O korkunç kadın her sözünün sonuna bunu eklerdi "Katil!" Peki o ne demekti..
Daha fazla tutamamıştı kendini hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. "Anne..." demişti incecik çıkan sesiyle "Ben bir şey yapmadım anne ne olur dövme beni." ve nefesi kesilircesine ağlamaya devam etmişti..
O ağlarken kapının arkasındaki korkunç kadın gerçekten de dediğini yapmış ve kapıyı bir şekilde açmayı başarmıştı. Beş yaşında bir çocuk için fazlası ile karanlık olan odaya bir hışımla dalıp eski eşyaların arkasına saklanan küçücük çocuğu kolundan tuttuğu gibi salonun ortasına fırlatmıştı.
"Ben sana dışarı çıkmayacaksın demedim mi? Ne yapayım ben şimdi sana haa ne yapayım?" diye bağırıyordu aynı zamanda. Düşmenin etkisiyle acıyan dizlerini kendine çekmiş, her iki elini yalvarırcasına önden birleştirerek "Özür dilerim anne, özür dilerim anne..." diyebiliyordu sadece ağlamaların arasında.
"Yok..." dedi yüzünde en az kendi kadar korkunç şeytani bir gülümseme ile. "O kadar kolay kurtulamazsın." diyerek kapı girişindeki dolaba yöneldi. Bir dakika sonra elinde ince bir elektrik kablosu ile geri geldi "Bunlarla bağlayayım da seni o karanlık odaya gör bakalım dışarı çıkmak neymiş..." diyerek salonun ortasından yine bir hışımla aldığı çocuğu merdiven altındaki odaya sürüklemeye başladı. Bir an olsun durmayan ağlayışı ve dehşetle açılan küçücük gözleriyle "Anne ne olur yapma elimi çok acıtıyor bunlar söz veriyorum yapmayacağım bir daha ne olur anne ne olur...."
****
"Hııııııhhhh...." diye derin bir nefes verdi, sapsarı gözlerini açıp mağara tavanına dikerek. Kan ter içinde kalmıştı. Her iki eliyle yüzünü sıvazlamaya başladı. Gördüğü rüyanın etkisini atlatmaya çalıştı bir kaç saniye. Çok geçmeden gördüğü şeyin rüya değil, çocukluğundan kalma bir anı olduğu gerçeğini vurdu yüzüne acımasızca...
İnatla zihninin en derinlerine gömdüğü hatırlamamak için direndiği anıları yine en olmadık zamanda çıkmıştı karşısına.
"Komutanım iyi misiniz?" diyerek endişe içinde tepesine dikilen Alparslan'a kısa bir süre boş boş baktıktan sonra "Ne zamandır uyuyorum ben?" diye sordu boğuk bir sesle. Alparslan üniformasının göğsünün üzerinde kalan cebinden eski bir köstekli saat çıkartıp baktıktan sonra "15 dakika bile olmadı komutanım. " dedi büyük bir ciddiyetle. Oysa ki ona bir asır gibi gelmişti o 15 dakika.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ES: MADALYON
General FictionTarifsiz bir Aşk... Büyük bir sır... Bir madalyonun iki yüzü... Arada kalan üç hayat...