İyi veya kötü insan diye bir şey yoktur. İnsanlar iyi veya kötü olmayı düşünceleriyle belirlerler.
(William Shakespeare)
****
Sabah saat 7.30'u gösterirken, baş ucunda duran saat var gücüyle çalmaya başladı. Minik gözlerini yavaşça aralarken, çatı katının küçük, kare camından sızan güneş ışığıyla gözlerini sıkıca yumdu. Gözleri kapalı, olduğu yerden doğruldu. Belinde ince sızılar hissederken, dün annesinden yediği dayağı hatırladı. Senelerdir neden yediğini bile bilmediği sayısız dayaklardan biriydi sadece. Öyle ki artık canının acıdığını bile dayak anında değil, üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra anlıyordu.
Sekiz yaşındaydı, sadece sekiz. Nasıl bir suç, nasıl bir günah işlemiş olabilirdi? Annesinden, öz annesinden bu eziyet görecek kadar ne yapmış olabilirdi? Beş yaşından beridir dedesin olmadığı her Allah'ın günü döver, eziyet ederdi ona.
Görünen yerlerine vurmazdı. Sırtına, bacaklarına vururdu hep. Dedesinin gelmesine yakın morluklar geçsin diye dövmez ama saatlerce aç susuz zifiri karanlık bir odaya elini kolunu bağlar kapatırdı. Ölmeyecek kadar yemek verir, o yediği lokmalar bile gözüne batardı.
Yediği dayaklara da alışmıştı, o karanlık odaya da. Canı yanmaz olmuştu artık. Küçücük bedeninde ağrıyı hisseden tek yeri kalbiydi.
"Sen katilsin, sen Alinin katilisin. Senin yaşamaya hakkın yok, senin nefes almaya hakkın yok!"
Bu sözler dökülürdü dilinden, onu zalimce döverken. Peki katil olmak ne demekti? Bir insan hatta bir çocuk ne yaparsa katil olurdu? Bilmiyordu... Bildiği tek şey kalbi çok acıyordu.
Annesi tarafından bile sevilmeyen bir çocuktu o. Oysa ki anne, bir çocuğun evrenidir, merkezidir. Anne varsa çocuk vardır. Anne varsa hayat vardır. Ama o, annesi tarafından hayatı elinden alınmak istenen bir çocuktu. O paramparça, yarım bir çocuktu.
Ve her sabah bu korkunç düşüncelerle gözünü açmak zorunda olan bir çocuktu.
Üzerinde uyuduğu sert süngerde bir kaç saniye acının geçmesini bekledi. Tam kocaman esneyecekken, merdiven altındaki odadan alışık olduğu rutubet kokusu boğazına dolunca öksürmeye başladı.
Öksürüğü kesilince, hemen baş ucuna özenle katlayıp koyduğu formalarını aldı ve hızla üzerine geçirdi. Sekiz yaşındaki bir çocuğa göre boyu yaşıtlarından uzundu. Ama o kadar zayıftı ki pantolonu düşmesin diye bulduğu bez parçasıyla önden iyice sabitledi. Yine akşamdan hazırladığı kitaplarını, dedesinin onun için aldığı çantaya özenle yerleştirip sırtına attı. Çantadaki kitapların ağırlığıyla sağa sola yalpalayarak odanın ortasından aşağıya inen tahta merdivenden inmeye başladı. Aslında kendi odası vardı ama sadece dedesi onlardayken kalabiliyordu. Onun dışında o odada kalması yasaktı. Bunun yerine tozlu eşyalarla dolu, rutubetli çatı katında yere serdiği eski bir süngerde yatmak zorundaydı. Annesi öyle istiyordu.
İlk önce banyoya gidip iyice elini yüzünü yıkadı ardından dişlerini fırçaladı. Bunları her zamanki gibi büyük bir dikkatle yaptı. Kıyafetlerinin kirlenmesini istemiyordu. Havalar tam anlamıyla soğumasa da kıyafetlerini kendi yıkadığından kuruması çok zor oluyordu. Annesinin uyanmamış olmasını umut ediyordu. Nasıl uyandığı fark etmezdi, kalktığında onu evde görürse, yaptığı gürültüden uyandığını söyleyip dövmeye başlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ES: MADALYON
General FictionTarifsiz bir Aşk... Büyük bir sır... Bir madalyonun iki yüzü... Arada kalan üç hayat...