(2.) Servis

109 12 0
                                    

Bu gece gözüme zerre kadar uyku girmedi. Heyecandan mıdır yoksa sevinçten midir bilinmez öylece kıvrandım durdum. Sonunda bu iğrenç, huzursuz, sefil hayattan kurtulacaktık!

Uyumak istiyordum. Ama uykum gelmiyordu. Sadece annemin;

"Hadi Eren, kalk, gidiyoruz."

demesini bekliyordum.

Eşyalarımızı akşamdan hazırlamıştık. Zaten neredeyse hiç eşyamız yoktu. Üç beş eski püskü kıyafeti en az onlar kadar eski bir çantaya koymuştuk. Annemin, babamın ve benim tüm kıyafetlerim o eski, küçük ve kalitesiz çantaya rahatlıkla sığmıştı.

Akşam eşyaları toplarken hoplayıp zıplamamak, sevinçle bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.

Bu rezil, ahırımsı evden, bu iğrenç, yoksul hayattan kurtulacaktık artık. Arkadaşlarım olacaktı, anne ve babam para kazanacaktı, belki okuma yazma bile öğrenecektim.

Bu serin sonbahar vaktinde bu buz gibi ev yerine sıcacık bir oda ve sıcacık bir yatağım olacaktı. Dürüst olmak gerekirse, 9 yıllık hayatımı geçirdiğim, bana barınak olan bu evi hiç ama hiç özlemeyeceğim.

Ekim ayında olduğumuzdan gece hava buz gibiydi. Ama ben önceki zamanların aksine yırtık pırtık, çoğunluğu yanmış yorganın yarısı üstümde olmadığı halde hiç üşümüyordum. Ya da heyecandan üşüdüğümü hissetmiyordum. Normalde böyle bir durumda çok kez üşütmüşlüğüm vardır.

Buradaki son gecem oldukça sıkıcı geçiyordu çünkü uyuyamadığımdan vakit geçmek bilmiyordu. Kıvran, kıvran... daha nereye kadar böyle gidecek? Saat bir türlü 4 olmak bilmedi yahu!

Heyecanlıydım ve aynı zamanda da meraklıydım da. "Acaba gideceğim yer nasıl bir yer?" "Söylendiği gibi çok mu büyük?" "Kalabalık mı?" "Orada ne yapacağız?" "Okuma yazma öğretecekler mi?" Bunların cevabına kısa bir süre sonra ulaşacaktım zaten. Ama yine de merak etmeden edemiyordum.

Hafifçe yer yatağımdan doğrulup evin çatlak ve tozlu penceresinden dışarı bakmaya çalıştım. Henüz Güneş doğmuyordu. Görünüşe bakılırsa şafak vakti daha gelmemişti. Bu da canımı sıkıyordu.

Zaman geçmiyordu. Resmen zaman durmuştu. Yatağa gireli kaç saat oldu, şafak vakti ne zaman gelecek hepsini hesaplamaya çalışıyordum. Ama nafile...

Artık vakit gelsin istiyorum. Biliyorum daha hemen gelmeyecek ama ben istiyorum! Hemde hemen!

Buradan çıkmak istiyorum. Bu iğrenç, ahır gibi olan taş yığınından çıkmak, kurtulmak istiyorum! Zemini tahta kurtlarıyla dolu kalaslardan yapılma, çatısı su akıtan ve zeminle aynı kalasların üstüne kiremitler tutturulmuş, duvarları böcek yuvası olan bu ev bozuntusundan çıkmak istiyorum!

Gözümden iki damla yaş gözümün kenarından yer yatağına doğru aktı. Sessizce hıçkırarak ağlamaya başladım. Aşırı sinirliydim. İçten içten; bu geçmeyen zamana, içinde bulunduğum bu iğrenç taş yığınına, 9 yıldır yaşadığım bu sefil hayata sövdüm.

"Oğlum, Eren, uyan gidiyoruz."

Uhh... Sanırım sinirden annemin sesini duyduğumu sanıyorum.

"Eren kalksana, saat dörde çeyrek var. Geç kalacağız."
"N-n-ne..?"

Galiba annem gerçekten geldi. Bekleyişime değdi! Ağlamam birden kesildi. Gözyaşlarımı sildim. Hemen yataktan hızla doğrulup anneme döndüm.

"A-anne, biz şimdi, g-gerçekten gidiyor muyuz?"
"Evet oğlum. Tabii ki gidiyoruz."

Hemen ayağa kalktım. Anneme tüm gücümle sarıldım. Annem de bana sarıldı.

"Eren, sen ağladın mı?"
"Hayır ya, gözüme toz kaçtı."
"Bak bana yalan söyleme. Neden ağladın?"
"Ağlamadım anne."
"Peki, öyle olsun."

GenetikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin