2. Bölüm

17 4 1
                                    

        Ne kadar süre oturdum o üçüncü basamaktaki harflere dokunarak hatırlayamıyorum. Sırtımda oluşan ağrı kendini belli edince ayağa kalkmaya çalıştım, oturmaktan uyuşan dizlerimle inatlaşarak. Zar zor elimi verandanın duvarına yaslayarak kapının kilidine anahtarı yerleştirmeye çalıştım. Açmaya şimdi cesaret edemezsem ilk araba ile geldiğim gibi geri dönmekten korktum. Artık kaçıp saklanacağım kimse kalmamıştı ki,  geri dönmem kimse için bir anlam taşımayacaktı. Paslanmaya yüz tutmuş kilidi zor da olsa açınca içerideki toz kokusu öksürtmeye yetmişti beni. Havasız kalmış koridorun loş ışığında elektrik düğmesini bulmaya çalışırken, elektriklerin kesik olacağını hiç hesaba katmamıştım. Sahi yıllardır bu eve kimse gelmemişti ki, elektriği olsun. Hızlı hareketlerle salonun ve mutfağın pencerelerini açıp, havalanmasını sağlarken, koltukların üzerine serili olan çarşafları da banyoya götürmeye çalıştım. Su akıyor muydu onu da bilemiyordum ama denemek zorundaydım. Akan su ile sevinmiştim ama karanlık çökünce ne yapacağımı düşünürken, babamın evden ayrılırken anneme elektriği şalterden kapatmasına dair uyarıları aklıma gelince şalter kutusunun yerini hatırlamaya çalıştım. Tam olarak mutfak ile dış kapının yanındaki vestiyerin arasında olmalıydı. Bulduğumdaki sevincimi anlatamam. Her kız çocuğu gibi karanlıktan korkan ben, bu yaşımda koca kadın halimle hala karanlıktan korktuğumu kendime bile itiraf edemiyordum.
      Aydınlanan koridor ile kendimi banyoda çamaşır makinesine tozlu çarşafları atarken buldum. Annemin gözü gibi baktığı evi toz içinde kalmıştı ve tavandan sarkan örümcek ağları da bana göz kırpıyordu. Yol yorgunluğumu bile atamadan cam pencere açıp, başladım yılların birikmiş tozunu, pisini temizlemeye. Evin her köşesini temizledikçe sakinleştim, tozlu tek bir nokta kalmayıncaya kadar baba evimi pür-i pak ettim. İşim bittiğinde gece yarısı olmuş, halı ve paspasların temizliğini de yarına bırakıp, salondaki koltukta bir lokma bile yiyemeden uyuklamaya başlamıştım. 
     
       Uyandığımda aynı anda çalan zil ve demir kapıya vurulma sesi geliyordu kulaklarıma. Gözlerimi aralamakta zorlanarak, evin dış kapısından çıkıp, bahçe kapısına ulaştığımda karşımdaki yüz oldukça yaşlanmış ama tanıdıktı.

   - Aaa, Zeynep, sen mi geldin kızım? Niye akşam gelince haber etmedin be yavrum?
   - Hoş geldin Hatice Teyze. Rahatsız etmek istemedim sizi akşam akşam.
  - Ah be yavrum gece bizim adam görmüş evin yanan ışıklarını. Önce hırsız zannettik, sonra balkondaki çamaşırları görünce dedim bizim Nevin'in çocuklarından biri gelmiş. Kim gelir gelmez temizlik yapar ki? Bildim ama ben senin geldiğini. Hadi bakalım bize gidiyoruz kahvaltıya.
   - Hatice Teyzem ben rahatsızlık vermesem size. Hem daha yapacak çok işim var burada. Bitsin ben sizi davet edeyim olur mu?
- Delini zoruna bak! Ahretliğim Nevin'in kızını ben bir başına mı bırakacağım? Al üstüne bir şeyler de kahvaltıdan sonra geliriz, bizim gelinlerle hallediveririz kalan  tüm işleri. Kırma beni Zeynebim, anne yarısı saymaz mısın Hatice Teyzeni? Annen seni bana emanet etmişti son nefesinde. Ben emanetime hep sahip çıkarım. Hadi kızdırma beni artık.
- Tamam Hatice Teyzem, şu saçımı başımı toplayayım ben sen de içeride bekle beni.
- Hadi kızım ben bekliyorum seni kapının ağzında. Hemen gel.

         Anneciğimin ahretliği Hatice Teyzem buldu ya beni, artık tüm kasaba yakında öğrenir geldiğimi. Onun ısrarına dayanacak gücüm yoktu şimdilik. Gidip, gönlünü etmezsem beni daha çok zorlayacak gibiydi. Hızlıca hazırlanıp, ayrıldık evden. Arada sokak boyu olan evlere bakarken, gözüm yine takıldı bir yeşil boyalı ahşap eve. O ev de bizimkisi gibi ayakta duruyordu yenilere inat. Peki ya içindekiler diye düşünürken, gözümden akan yaşa engel olamadım. Çoktan içindekiler de hayatlarını düzene sokmuşlardır diye kaçırdım gözlerimi balkonundaki sakız sardunyaların pembesine  bakmaya dayanamayarak.  Hala sardunyalar vardı balkonlarında ve hala birileri nefes alıyordu, benim hayatımın aksine.

        Çok da uzak olmayan Hatice Teyze'nin evine ulaşınca bir rahatlama geldi bahçe kapısından içeri süzülünce. Asma altındaki çardakta hazır olan sofrayı görünce gülümsedim. Bu eve her geldiğimizde içeride oturmayı reddeder, çardakta oturmak için mızırdanırdım. Ev ahalisi de sofra başına geçince evin gelinleri ile tanışıp, kahvaltımızı yapmaya başladık. İki gelini vardı Hatice Teyze'nin. İkisi de birbirinden cana yakındı, Alime ve Çiğdem. Keyifli sohbetle biten kahvaltı sonrası birer fincan da kahvemizi içince Hatice Teyze hepimizden önce ayaklandı.
- Hadi kızlar kalkın çok işimiz var. Önce Zeynebimin evini halledelim, sonra akşama gelecek misafirler için yemek hazırlıkları var. Sallanmayın bakalım.
        

          El mahkum hepimiz kalktık hızlıca. Evimin önüne gelinceye kadar mümkün olduğunca yeşil boyalı ahşap eve bakmamak için başım önde yürüdüm. Birileri görüp, yanlış anlaşılır korkusu ve onu görünce ne diyeceğimi bilememenin tedirginliği ile başedemeyeceğimden kaldıramadım başımı.
 

         Öğle ezanı okunmadan evin içindeki tüm işler bitmiş, bahçede bile derlenip, toplanmayan bir yer kalmamıştı. Bahar aylarında olduğumuz için çiçek ekme niyetim vardı eskisi gibi olsun bahçemiz diye. Ben daha ağzımı bile açmadan Hatice Teyzem kendi bahçesindeki çiçeklerden getirip, ekeceği yerleri belirlemişti bile. İşi biten gelinleri eve yollayan Hatice Teyze bana iki saat sonra evinde olmamı, benim de gelinlerine yardım etmen gerektiğini söyleyerek ayrıldı evden. Bal gibi biliyordum, akşama evde yalnız kalmayayım diye bu bahaneyi sürmüştü, karşılık bekleyen bir kadın olmadığını adım gibi biliyordum.

          Evin temizlenmesi ile kendimi de temizleyince evde yiyecek namına bir şey olmadığını anlamam biraz zaman aldı. Hızlıca Hikmet Amca'nın marketine gitmem gerekmişti. Gidip, gelmem ve yerleştirme işleri ile Hatice Teyze'nin evine gitmem ancak denk gelirdi.

           Geldiğim sokağın başına ilerlerken yine başım önde yürümeye özen gösteriyordum. Eninde sonunda döndüğüm duyulacaktı ve ben geciktirebildiğim kadar geciktirmeye, duyacağım sözleri ertelemeye çalışıyordum. Hoş zamanında duymam gerekenleri bu kulaklar duymuştu zaten. Daha fazlası beni üzemezdi, üzmemeliydi.

 
          Markete girip, hızlıca alışverişimi yapmaya çalıştım, ancak benim taşıyabileceğimden daha fazla olmuştu aldıklarım. Markete bakan muhtemelen Hikmet Amca'nın oğlu, eve birazdan bırakabileceklerini, evin adresini vermemi söyledi.
  - En geç yarım saate  Öğretmen Salih'in evine getirebilirseniz sevinirim .
   - Zeynep Abla? Sen misin? Tanıyamadım ki ben seni. Kusuruma bakma. Hoş geldin. Ben Hasan. Birazdan evde olur abla. Sen merak etme.
  - Sağ olasın Hasan.
- Tamam Abla.

  Elimde küçük bir poşetle eriyebilecekleri alıp ayrılmıştım bakkaldan, eve ulaşınca dolaba yerleştirmeye çalıştım. Buzdolabını temizleyip, çalıştırmıştı Alime temizlik yaparken. Ben daha dolaptaki işlerimi bitirmeden bahçe kapısının çalınması ile şaşırdım. Ne kadar çabuk gelmişti çırak, yoksa ben mi oyalanmıştım; anlayamadım. Kapıya yaklaştıkça vurulma sesleri ve hızı artmış, tedirginliğim de aynı oradan artmıştı. Bu ne densizdi böyle vurup duruyordu böyle. Söylene söylene kapıyı açınca ellerinde poşetler olan bir çift kahverengi ayakkabı beni iteleyerek içeri girip, eli ile ağzımı kapatmıştı. Korku ile kafamı kaldırdığımda gördüğüm gözlerle dehşete kapıldım. Bu olamazdı.

   
           Ellerindeki poşetleri kenara atıp, benim kolumdan tutarken aynı zamanda bahçe kapısını da kilitleyen adam evin içine sürüklemeye başlamıştı. Ne direnmelerim, ne ellerini ısırmam hiç bir işe yaramamıştı. Kapanan evin kapısı ile kapıyı kilitleyip, anahtarı da cebine atınca sırtımı kapıya yaslayıp, gözlerime dikti gözlerimi.

- Sen nasıl gelip de bana haber vermezsin be kadın!
- Sen!
- Evet, ben!
 

YOLUN SONUNDAYIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin