6. Bölüm

15 3 0
                                    

       Duyduklarımla herşeyin bir yanlış anlaşılma olabileceğini kabul etmek istemiyordum. Bu kadar basit miydi yani? Yanlış anlamıştım ve bunun hesabını sormak yerine ona da kendime de aileme de bunca yıl hasreti mi layık görmüştüm?

Bu kadar kolay olmamalıydı. Yıllarca sadece onu suçlamak bana daha mantıklı gelmişti. Şimdi ise sadece duyduklarımla verdiğim kararla ikimizin de hayatını çıkmazların arasında bıraktığımı anlıyorum. Peki ben yanlış anlamasaydım, kalsaydım buralarda daha mı kolay olacaktı hayatım?

Annesinin sözleri, bakışları beni her gün öldürmeyecek miydi? En ufak bir dedikoduda anne ve babamın ne duruma düşeceğini düşünmek bile istemiyorum. Ben sadece yanlış anlamamıştım, sevdiğim adamın konu ne olursa olsun beni ahlaksız kadın durumuna düşürmesine kızmıştım, elimi bile daha tutmamış olan adamın, beni koynuna girmemle itham etmesi bana yaptığı saygısızlıktı. Ona mecbur bırakılmak ne kadar doğru idi? Bir gün ona olan sevgim bitebilirdi, onun da bana karşı duyguları bitebilirdi. Bu kıskançlık değildi, bencillikti, saygısızlıktı.

Peki ben bu bencil ve saygısız adamı hala sevmemin mantığını da anlayamıyordum ki? İnsan en çok sevdiğinden yaralanıyorsa, bu sevda pek de menem bir şey değildi. Annemin ve Hatice Teyzenin kafalarındaki planları da tam olarak anlamaya çalışıyorum, ancak hala kabullenemiyorum. Eksik kalan, kırgınlıklarla dolu bir onbeş yılı bir nikah telafi edebilir miydi? Sahil kenarında gezerken, el ele gezen sevgilileri gördüğümde içimde olan sızıların, geceleri yorganın altında döktüğüm göz yaşlarının bedeli olabilir miydi? Eli karnında gezen hamile bir kadın gördüğümde bir evladımın hiç olmayacağını düşünmenin hayal kırıklığını telafi edebilir miydi? Hiç birini edemeyecekti. Geçip giden onsuz, acı ve hüzün dolu günlerimin telafisi olmayacaktı.

Burada aynı evin içinde gördüğüm adamın benden ayrı kaldığı zamanlarda hep mutlu olduğunu düşünmüştüm, o da mutlu olamamış benim gibi. Sahi bizim hikayemizde mutlu olan birileri var mıydı? Baştan sona mutsuzluk vermiştik hem kendimize hem de ailelerimize ne kadar istemesek de.

Bu gün olacak nikaha gidecektim elbette. Bu anneme karşı yapabileceğim son görevdi. Giyeceğim gelinliği tıpkı hayal ettiğim gibi özenip, dikmiş, bana bırakıp, gitmişti. Geri dönüşü olmayan gidişlerdi onlarınki. Gitmesem vicdan azabı beni bitirecekti, gitsem de kendime olan saygımı yitirecektim. En kolay olanı seçtim, kendimi yok saydım, her zaman yaptığım gibi.

Usulca yataktan kalkıp, kahvaltı hazırlamak için alt kata indim. Suyu çaydanlığa koyup, diğer kahvaltılıkları tabaklara çıkartmaya başladım, normal bir günün rutini gibi. Her sabah bu evde aynı adamla kahvaltı için hazırlık yapıyormuş havasına girmeye çabaladım. Eğer biri ne yapıyorsun dese, avazım çıktığı kadar bağırıp, ağlayacağımı biliyorum çünkü. Normalleştirmeye çalışmam kendimi kontrol etmek içindi. Ben masaya tabakları dizerken, kapanan bahçe kapısının sesi ile derin bir nefes aldım. En azından şu anda evde yalnızdım. Gözyaşlarım bir bir dökülmeye başladı. Daha fazla engel olamadım. Akabildiği kadar aksın ki, kimseye bir şey açıklamak zorunda kalmayayım derdindeyim yine. Acımı da kendi başıma çekmeyi öğreneli çok uzun zaman olmuştu; unutmuştum ben acı nasıl paylaşılırdı, nasıl hissettiğimi anlatmayı da unutmuştum geçen uzun yıllar boyunca.

Kaynayan suyu da demliğe ekleyince, demlenmeye bıraktığım çay kokusu biraz sakinleştirdi beni. Azıcık da karafil ekleyince, çocukluğumdaki kahvaltılar gözümün önüne geldi mutfağa yayılan koku ile. Babacığım demli ve karanfilli çayı severdi, anneciğim de açık ve limonlu çayı. O günlere gidebilmeyi ne çok istediğimi fark ettim. Halbuki yaşarken hep normali buymuş ve hiç değişmeyecekmiş gibi gelirdi onların evin içinde varlıkları ve yaydıkları huzur.

YOLUN SONUNDAYIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin